18 Ağustos 2022 Perşembe

1980 KRİZİNE GİDEN SÜREÇ VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'Sİ

 

1980 KRİZİNE GİDEN SÜREÇ, KRİZLER VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’Sİ:

TARİH TEKERRÜR MÜ EDECEK?

(Zafer YÜKSELER, 18 Ağustos 2022)

            1. GİRİŞ:

            Bu çalışmanın amacı, 1980 krizine giden sürecin incelenmesi ve bu süreçten günümüz için gerekli derslerin çıkartılmasına yardımcı olmaktır. Çalışma, 1977-1981 dönemine ilişkin Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından hazırlanan “Yıllık Programlar” ile T.C.Merkez Bankasının (TCMB) ilgili döneme ilişkin “Yıllık Raporlarının” özellikle genel ekonomik durum, ödemeler dengesi ve kambiyo düzenlemelerine ait bölümlerinden yararlanılarak ve/veya doğrudan alıntı yapılarak hazırlanmıştır.

            TCMB’nın “Yıllık Raporlarına”, Bankanın internet sitesinden ulaşma imkanı bulunurken, DPT’nin bu dönemdeki “Yıllık Programlarına” ulaşmak oldukça çaba gerektirmiştir. Bilindiği gibi DPT, önce Kalkınma Bakanlığına, sonra da Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na dönüştürülerek, fiilen kapatılmış bulunmaktadır. Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Türkiye’nin iktisadi tarihini 1996 yılında başlattığından, önceki yıllara ait “Yıllık Programlara” internet sitesinde yer vermemiştir. Bu nedenle, yıllık programlar resmi gazete arşivi taranarak elde edilmiştir.

            1970’li yıllarda Türkiye, ekonomik ve kurumsal açıdan günümüze göre çok farklı bir yapıya sahipti. 1961 Anayasası’nın geçerli olduğu bu dönemde, Anayasanın 129. maddesinde “iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmanın plana göre gerçekleştirileceği” ve bu amaçla “Devlet Planlama Teşkilatının kurulacağı”hükmü yer almaktadır. 91 Sayılı Kanun ile kurulan Devlet Planlama Teşkilatı “Yüksek Planlama Kurulu” ve “Merkez Teşkilatından” oluşmaktadır. “Ekonomik, sosyal ve kültürel politikaların belirlenmesinde Bakanlar Kuruluna danışmanlık yapmak, hazırlanan plan ve programların Bakanlar Kurluna sunulmadan önce incelenmesiyle” görevli Yüksek Planlama Kurulu (YPK), siyasetçi ve teknisyenlerden oluşan karma bir yapıya sahiptir. YPK, Başbakan veya Başbakan Yardımcısı,  Bakanlar Kurulunca seçilecek üç Bakan, Planlama Müsteşarı, İktisadi Planlama, Sosyal Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlarından oluşmaktadır.

            Bu dönemde, ithal ikamesine dayalı sanayileşme politikası uygulanırken, kamu kesimi ağırlıklı karma ekonomi modeli benimsenmiştir. Kalkınma planları kamu kesimi için emredici özel kesim için yol gösterici niteliktedir. Kamu kesimi, KİT’ler aracılığıyla ekonomide üretim ve yatırım açısından önemli bir ağırlığa sahip iken, tarımsal destekleme politikalarıyla ürün fiyatlarının belirlenmesi ve ürün alımlarında da belirleyici bir konuma sahiptir.

            Sabit kur politikasının uygulandığı bu dönemde, katı kontrollerin ve düzenlemelerin olduğu bir kambiyo sistemi bulunmaktadır. Döviz kurunun belirlenmesi ve kambiyo sistemine ilişkin tüm düzenlemeler Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çerçevesinde Maliye Bakanlığı tarafından yapılmakta, TCMB kararların uygulayıcısı konumunda bulunmaktadır. Sermaye hareketlerine ilişkin, döviz transferi, döviz girişi ve döviz bulundurulması katı şekilde kontrol edilirken, ihracat ve ithalatta plan ve programlara göre düzenlenmekteydi. Mevduat ve kredi faiz oranları para otoritelerince belirlenirken, bütçe açıkları, KİT’lerin ve Tarım Satış Kooperatiflerin finansman ihtiyaçları Merkez Bankası tarafından karşılanmaktaydı.

            Çok farklı ekonomik ve kurumsal yapının olduğu bu dönemde ekonominin karşılaştığı sorunlar, günümüzde karşılaştığımız sorunlar ile çok büyük benzerlik göstermektedir. Yetersiz döviz rezervi, yükselen enflasyon, negatif reel faizler, enerji fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle bozulan dış ticaret hadleri ve dış denge ile döviz kuruna ilişkin çok sık düzenleyici kararlar alınması, temel benzerlikleri oluşturmaktadır.

            2. 1980 YILI ÖNCESİ DÖNEMDE EKONOMİK GELİŞMELER:[1]     

            Türkiye’nin ekonomi tarihinde 1980 yılı özel bir yer tutmaktadır. 1980 öncesi ithal ikamesine dayalı sanayileşme ve kalkınma politikaları, 1970’lerin ikinci yarısında sorunlarla karşılaşmaya başlamıştır. Siyasi istikrarsızlığın yoğunlaşması yanı sıra 1. ve 2. Petrol şoklarının ithalatı artırması, haşhaş ekimi ve Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle ABD’nin ambargo uygulaması ekonomide ödemeler dengesi ve enflasyon sorunlarını ağırlaştırmaya başlamıştır. Yüksek büyüme hızlarının gerçekleştirildiği 1975 ve 1976 yıllarında, iç ve dış dengede bozulma eğilimi belirginleşmiş ve fiyat artışları 1976 yılında hız kazanmıştır.        

            1980 öncesi döneme ilişkin genel değerlendirmeler aşağıda yer alan temel büyüklükler çerçevesinde yapılacaktır. 1980 öncesinde DPT yıllık programlarında iki sorun sürekli ön plana çıkartılmıştır. Bunlardan ilki ödemeler dengesi-döviz kıtlığı sorunu, diğeri de fiyat artışlarındaki yükseliştir. Bu nedenle, ödemeler dengesi ve enflasyona ilişkin gelişmeleri daha ayrıntılı değerlendirebilmek için ilave bilgiler de verilecektir.

Tablo:1- Temel Ekonomik Büyüklükler

 

1965-69

1971-76

1977

1978

1979

1980

1. GSYH Büyümesi (%)

5,9

6,6

3,4

1,5

-0,6

-2,4

       Sanayi

11,2

9,4

6,6

3,1

-5,0

-3,6

2. Kişi Başı Gelir Büyümesi(%)

3,3

4,0

1,3

-0,6

-2,7

-4,4

3. İşsizlik Oranı (%)

4,6

7,3

10,0

10,1

8,9

8,6

4. S.SermayeYatırımı/GSYH(%)

21,0

23,8

25,7

22,8

20,3

21,0

5. Kamu S.Sermaye Yat./Top.SSY(%)

34,3

31,3

36,9

34,1

36,8

40,0

6. İhracat (Milyon $)

502

1.295

1.753

2.288

2.261

2.910

7. İthalat (Milyon $)

708

3.097

5.796

4.599

5.069

7.909

8. Dış Ticaret Dengesi (Milyon $)

-206

-1.782

-4.043

-2.311

-2.808

-4.999

9. Cari İşlemler Dengesi(Milyon $)

-160

-672

-3.140

-1.265

-1.413

-3.408

10.İhracat/GSYH (%)

2,3

2,9

2,1

2,5

2,0

3,1

11.İthalat/GSYH  (%)

3,2

6,3

6,9

5,0

4,5

8,5

12.Dış Ticaret Dengesi/GSYH (%)

-0,9

-3,4

-4,8

-2,5

-2,5

-5,4

13.Cari İşlemler Dengesi/GSYH (%)

-0,7

-1,0

-3,8

-1,4

-1,3

-3,7

14.Döviz-Altın Rezervi (Milyon $)(1)

1.480

630

711

706

1.209

15.Rezerv/İthalat (%)

47,8

10,9

15,5

13,9

15,3

16.Dolar Kuru (Ortalama, Eski TL)

9,06

14,75

18,09

24,64

35,21

77,54

17.Bütçe Harcaması/GSYH (%)

10,4

12,7

15,6

14,9

15,2

15,0

18.Bütçe Gelirleri/GSYH (%)

10,1

12,0

12,4

13,8

12,9

12,7

        Vergiler/GSYH

7,2

9,7

11,1

10,9

10,3

10,4

19.GSYH Deflatörü(%)

5,9

19,2

23,8

46,7

75,7

88,1

20.TEFE (%)

6,2

18,3

24,1

52,6

63,9

107,2

21.TÜFE (Ankara Geçinme End.)(%)

5,7

17,3

22,5

53,3

62,0

101,4

Kaynak: Zafer YÜKSELER, “1960-2021 Dönemi Temel Ekonomik Büyüklükler, 8 Mart 2022. https://www.academia.edu/73298918/1960_2021_D%C3%B6nemi_Temel_Ekonomik_G%C3%B6stergeleri

(1) DPT, “1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar-Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı Değerlendirmeler”, 24 Temmuz 1990. 1971-76 değerleri 1973-76 dönemine aittir.

                        1977 Yılı Gelişmeleri:

            1965-69 döneminde yüzde 5,9 olan GSYH ortalama büyüme hızı, 1971-76 döneminde yüzde 6,6’ya yükselmiştir (Tablo:1). Bu dönemde ortalama Toptan Eşya Fiyatları Endeksi (TEFE) artış oranı da yüzde 6,2’den yüzde 18,3’e çıkmıştır. Enflasyondaki yükseliş büyük ölçüde 1970 devalüasyonu ve 1.Petrol şokundan kaynaklanmıştır. Ayrıca haşhaş ekimi ve Kıbrıs çıkarması nedeniyle ABD tarafından uygulanan ambargolar da ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. 1977 yılında büyüme hızı yavaşlarken, enflasyon hız kazanmış, ödemeler dengesi sorunları ağırlaşmış ve döviz rezervleri ciddi ölçüde azalmıştır. 1977 yılında GSYH büyüme hızı yüzde 3,4’e gerilemiş, TEFE artış oranı ise yüzde 24,1’e yükselmiştir.

            Son yıllarda ihracattaki sınırlı artışa karşılık, büyüyen ekonominin artan ithalat ihtiyacı ve ithal malları fiyatlarındaki yükseliş ithalatı artırırken, dış ticaret dengesinde de ciddi bir bozulmaya neden olmuştur. 1971-76 döneminde yüzde 42 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, 1977 yılında yüzde 30’a gerilemiş, dış ticaret açığının GSYH’ya oranı da yüzde 3,4’ten yüzde 4,8’e çıkmıştır. İşçi gelirlerindeki azalmanın da etkisiyle cari işlemler açığı yeniden ekonominin başlıca sorunu haline gelmiştir. 1971-76 döneminde GSYH’nın yüzde 1’i civarında olan cari işlemler dengesi açığı, 1977 yılında ithalattaki artış ve ihracattaki gerileme  nedeniyle yüzde 3,8’e yükselmiştir.

Tablo:2- Ödemeler Dengesi (Milyon ABD Doları)

 

1976

1977

1978

1979

1980

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

-2.301

-3.232

-1.370

-1.108

-3.095

     Dış Ticaret Dengesi

-3.169

-4.043

-2.311

-2.808

-4.990

           İhracat

1.960

1.753

2.288

2.261

2.910

           İthalat         

-5.129

-5.796

-4.599

-5.069

-7.900

     Görünmeyen İşlemler

853

772

929

1.689

1.886

           Borç Faiz Ödemeleri

-217

-369

-407

-546

-668

           Turizm ve Dış Seyahat (Net)

-27

20

146

179

210

           İşçi Gelirler

983

982

983

1.694

2.071

           Kar Transferleri

-83

-116

-47

-42

-47

           Proje Kredileri Hizmet Ödemeleri

-15

-60

-56

-65

-82

           Diğer Görünmeyenler (Net)

212

315

310

469

402

      Nato Enfrastrüktür         

15

39

12

11

18

SERMAYE HAREKETLERİ

854

1.460

1.167

210

1.968

           Dış Borç Ödemeleri (1)

-119

-214

-266

-544

-575

           Özel Yabancı Sermaye

27

44

47

85

33

           Bedelsiz İthalat

135

102

120

124

95

           Proje Kredileri (1)

608

310

450

356

547

           Program Kredileri (1)

6

99

257

712

1.844

           Diğer sermaye Hareketleri

197

1.119

559

-523

24

                  GENEL DENGE

-1.447

-1.772

-203

-898

-1.127

KISA VADELİ SERMAYE HAREKETLERİ

1.895

1.762

421

194

216

ÖZEL ÇEKME HAKKI TAHSİSİ (ÖÇH)

-

-

-

27

27

IMF’DEN KULLANIM

148

18

170

3

461

REZERV HAREKETİ (2)

-148

568

-157

-111

-607

NET YANLIŞ VE EKSİK

-448

-576

-231

785

1.030

Kaynak: TCMB 1981 Yılı Raporu..

NOT: O dönemdeki sınıflandırma esas alınmıştır. Ödemeler dengesi verileri, Maliye Bakanlığı Ödemeler Dengesi Şubesi ve TCMB tarafından hazırlanmaktadır. 1976 verisi TCMB 1980 Yılı Raporundan alınmıştır.

(1) Ertelemeler dahil değildir.

(2) Azalış (+), Artış (-).

            Cari açığın finansmanında Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) ve Kredi Mektuplu Döviz Tevdiat Hesapları (KMDTH) gibi kısa vadeli kaynakların kullanımı ağırlık kazanmıştır.  Döviz rezervlerinin ithalata oranı, yüzde 21’den yüzde 11’e gerilemiştir. Diğer bir ifade ile, 1976 yılında döviz rezervleri 2,5 aylık ithalatı karşılarken, bu değer 1977 yılında 1,3 aya gerilemiştir. İthalat için gerekli döviz transferlerindeki gecikmeler ekonomin arz yönünde darboğaz oluşturmuştur. 1976 yılında bekleyen ithalat transferleri 0,7 milyar dolar iken, 1977 yılında bu tutar 2,5 milyar dolara yükselmiştir.        

            1978 Yılı Gelişmeleri:

            1977 yılı sonlarında iktidara gelen yeni hükümet, gittikçe ağırlaşan ödemeler dengesi sorununu hafifletmek amacıyla önlem almaya çaba göstermiştir. 1978 Yılı Programının hedefleri ve dengeleri, esas olarak Türk Ekonomisinin içinde bulunduğu güçlükler göz önünde tutularak saptanmaya çalışılmıştır. Türkiye ekonomisinin son yıllarda kısa vadeli hedefleri gözeten bir biçimde yönetilmesi, yapısal sorunları daha da çarpıcı bir hale getirmiştir. Bunun sonucu olarak, dış ticaret ve ödeme sorunları büyümüş, çözümü güç boyutlara varmıştır. Bu nedenle, döviz girdilerini artıracak ve döviz giderlerinde tasarruf sağlayacak politikaların ve tedbirlerin uygulanması, 1978 yılının en öncelik taşıyan konularından birisini oluşturmuştur.

            1978 yılında ithalat, sınırlı döviz olanaklarını en etkin ve gerçekçi biçimde kullanmak ve kısa vadeli dış borçları daha da artırmamak amacıyla kısıtlı tutulmuştur. Ekonomide darboğaz yaratmayacak ölçüde ve zorunlu talebe yönelik bir ithalat programının gerçekleştirilmesine çaba gösterilmiştir. Bu çabalar sonucunda III. Plan dönemi başlarından beri giderek artan ödemeler dengesi açığı önemli ölçüde küçültülmüş ve bunun ekonominin kaynak tahsisleri üzerindeki olumsuz etkileri azaltılmıştır.

            Yeni hükümet ödemeler dengesi sorunlarını hafifletmek ve enflasyonla mücadele etmek için bazı istikrar tedbirlerini yürürlüğe koymuş, kısa vadeli dış borçların ertelenmesi için yoğun çaba sarfetmiştir. 1978 yılında ihracat önemli ölçüde artırılırken, ithalat yüzde 20 azaltılmış ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 30’dan yüzde 50’ye yükseltilmiştir (Tablo:2). Mart 1978’de ABD dolarının değeri yüzde 30 civarında artırılarak 25 liraya yükseltilmiş ve vergi iadelerinde etkinlik sağlanarak ihracatta yüzde 30 artış sağlanmıştır.  Böylece cari işlemler dengesi açığının GSYH’ya oranı yüzde 3,8’den yüzde 1,4’e düşürülmüştür.          

            1978 yılı Nisan ayında IMF ile anlaşma yapılmış ancak anlaşma şartları konusundaki uzlaşmazlık nedeniyle yeterli kullanım yapılamamıştır. İki yıllık bir dönemi kapsayan ve 441 milyon dolar tutarındaki anlaşmadan, sadece 170 milyon dolar kredi kullanılabilmiştir. Döviz rezervlerinin ithalata oranı yüzde 11’den yüzde 15’e yükselmiş, kısa vadeli borçların bir kısmı ertelenirken, yeni finansman imkanları da sağlanabilmiştir. OECD Konsorsiyumuna üye ülkeler ile diğer ülkelere olan kısa vadeli yaklaşık 1,5 milyar dolarlık borç ertelenirken, bu ülkeler ile finans kuruluşlarından 2,2 milyar dolarlık yeni finansman imkanı sağlanmıştır (Tablo:3). Bu gelişmelere karşın bekleyen ithalat transferleri artmaya devam etmiş ve 1977 yılında 2,5 milyar dolar olan bekleyen transfer tutarı 1978 yılında 2,9 milyar dolara yükselmiştir.

Tablo:3. 1978-1979 Yıllarında Türkiye’ye Sağlanan Dış Kaynaklar (Milyon ABD Doları)

 

Borç Erteleme

Yeni Finansman(1)

TOPLAM

1978

1979

1978

1979

1978

1979

A. OECD ÜLKELERİ

1.034

1.100

569

980

1.603

2.080

B. DİĞER ÜLKELER

496

-

844

209

1.340

209

C. TOPLAM BANKALAR     

-

2.929

560

1.173

560

4.102

          IBRD

-

-

357

306

357

306

          IDA

-

-

27

-

27

-

          EIB

-

-

8

70

8

70

          Diğer Banka ve Fonlar

-

-

168

797

168

797

          DÇM

-

2.200

-

-

-

2.200

          Banker Kredisi

-

429

-

-

-

429

          Üçüncü Taraf Borçları (TPRC)

-

300

-

-

-

300

D. DİĞERLERİ

41

40

210

121

251

161

          IFC

-

-

10

31

10

31

          IMF

-

-

200

90

200

90

          Diğer Kuruluşlar

41

40

-

-

41

40

      GENEL TOPLAM

1.571

4.069

2.183

2.483

3.754

6.552

Kaynak: TCMB 1979 Yılı Raporu, DPT 1980 Yılı Programı.

(1)Program ve Proje kredileri.

            1978 yılında ödemeler dengesinde sağlanan iyileşmeye karşın, dış girdilere aşırı bağlı olan ekonominin işlerliği, bu önlemlerden olumsuz etkilenmiş ve ekonominin büyümesi yavaşlamıştır. 1977 yılında yüzde 3,4 olan GSYH büyüme hızı 1978 yılında yüzde 1,5’e gerilemiştir. 1978 yılında fiyatlar genel düzeyinde beklenilenin üzerinde artışlar olmuş, yapılan devalüasyonların etkisiyle 1977 yılında yüzde 24,1 olan enflasyon oranı 1978’de yüzde 52,6’ya çıkmıştır. Özellikle sanayi hammaddeleri ve yarı mamulleri ile destekleme ürün fiyatlarındaki artışlar bu yükselişte etkili olmuştur.

            1979 Yılı Gelişmeleri:

            1979 yılında yaşanan 2.Petrol krizi, ödemeler dengesi ve döviz krizi sorununu daha da ağırlaştırmıştır. Döviz rezervlerinin yetersizliği ithalat transferlerinde gecikmelere neden olmuş, tayınlama konusu gündeme gelmiştir. Petrol fiyatlarındaki yükseliş ve arzda yaşanan sorunlar, ekonomide ikili fiyat yapısının oluşmasına yol açmış ve enflasyon yükselmiştir. Üretimi ve yatırımları sınırlayan döviz darboğazı, dış ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmelerin de etkisiyle, gittikçe ağırlığını artıran bir sorun olmuştur. Bu durum arzı kısıtlamış, enflasyonist baskıları yoğunlaştırmış ve ekonomide istikrarsızlığı artırmıştır.

            1978 yılında bazı şartların yerine getirilememesi nedeniyle askıya alınan IMF anlaşması, 1979'da yeni şartlarla yeniden düzenlemiştir. Temmuz 1979’da IMF ile yapılan bu anlaşma çerçevesinde 338 milyon dolar kredi kullanımı yapılmıştır.1978 yılındaki 1,5 milyar dolarlık dış borç ertelemesinin ardından, 1979 yılında da vadesi gelmiş 4,1 milyar dolar tutarındaki kredi geri ödemesi ertelenmiş ve bunalımın daha da kritik boyutlara ulaşması önlenmeye çalışılmıştır. 1979 yılında 2,2 milyar dolar tutarında DÇM, 0,5 milyar dolar tutarında banker kredilerinin ödemesi ertelenmiştir (Tablo:3). Ayrıca başta OECD üyesi ülkeleri olmak üzere çeşitli ülke ve finans kuruluşlarından 2,5 milyar dolar tutarında yeni finansman imkânı sağlanmıştır.

            Uzun süreli ve yüksek oranlı enflasyon sonucunda Türk Lirası'nın dış paralar karşısındaki değerinin yeniden düzenlenmesi gereği doğmuştur. Mart 1978’de ABD dolarının değeri yüzde 30 civarında artırılarak 25 liraya yükseltilmişti. Nisan 1979'da da ABD dolarının TL değeri yüzde 6 oranında yeniden artırılmış, 10 Nisan - 9 Haziran arasında “yurtdışında kazanılan dövizler ile turist dövizleri” için yüzde 40 oranında prim ile birer aylık sürelerle 10 ve 5 liralık Ek Primler uygulanmasına geçilmiştir. İki ay süreyle uygulanan Primli Sistem'den sonra, Haziran 1979'da ABD Dolarının değeri, 35 TL’sına yükseltilmiştir. Bu değerin ham petrol, petrol ürünleri ve gübre girdileri ithalatıyla desteklemeye bağlı mallar için kullanılması öngörülmüş, bunlar dışındaki mallar için de ithalat ve ihracatta 12,10 liralık prim alınması ya da verilmesi kuralı getirilmiştir. Kur düzenlemesine paralel olarak ihracatta vergi iade oranları da düşürülmüştür.

            Döviz giderlerinde tasarruf sağlamak amacıyla yurtdışına çıkışlar sınırlandırılmış, yurtdışındaki işçilerin döviz tasarruflarını arttırmak |için işçi dövizleri mevduatına uygulanan faiz oranı yükseltilmiş, ayrıca kredi açma imkânı getirilmiştir. Ekonomiyi sınırlayan başlıca faktör olan döviz gelirlerinin üretimin ve yatırımların önceliklerine göre kullanımını gerçekleştirmek için 1979'da ilk kez döviz bütçesi uygulamasına başlanmış; yönetimi Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilâtı ve TC. Merkez Bankasının koordinasyonunda, sürdürülmeye çalışılmıştır.

            Döviz kullanımıyla ilgili olarak 1978 ve 1979'da yeni düzenlemeler yapılmıştır. Döviz Pozisyonu tutma yetkisi bulunan bankaların ihracat dövizi girdilerinin yüzde 25'ini Merkez Bankasına devri ve geri kalan döviz girdilerinin yüzde 50'sinin temel endüstriyel mallar ve petrol ithalatında kullanılması kararlaştırılmıştı. Bu uygulama Merkez Bankasının döviz gelirleri üzerindeki etkinliğinin sınırlı kalması nedeniyle Eylül 1979'da değiştirilmiş ve oran ihracat karşılığı dövizler için yüzde 50'ye, diğer döviz girdileri için yüzde 75'e yükseltilmiştir.

            Döviz kıtlığının giderilmesi ve ekonominin ihtiyaç duyduğu döviz talebinin karşılanması için yapılan tüm bu düzenlemeler sonucunda, 1977 yılında 4 milyar dolar olan, 1978 yılında 2,3 milyar dolara gerileyen dış ticaret açığı 1979’da 2,8 milyar dolar olmuştur. GSYH’ya oran olarak bakıldığında, 1979 yılında ihracat ve ithalatın GSYH’ya oranı gerilerken, dış ticaret açığının oranı yüzde 2,5 civarında gerçekleşmiştir. İşçi döviz gelirlerindeki artışın etkisiyle, cari işlemler dengesi açığının GSYH’ya oranı ise yüzde 1,3’e gerilemiştir (Tablo:1 ve 2).

Tablo:4- Cari ve Sabit Fiyatlarla Dış Ticaret (Milyon Dolar)

 

1976

1977

1978

1979

1980

A. CARİ FİYATLARLA

 

 

 

 

 

     1. İthalat

5.129

5.796

4.599

5.060

7.900

             Petrol

1.106

1.436

1.396

1.712

2.990

             Petrol Dışı

4.023

4.360

3.203

3.357

4.910

     2. İhracat

1.960

1.753

2.288

2.261

2.910

     3. Dış Ticaret Dengesi

-3.169

-4.043

-2.311

-2.799

-4.990

B. 1968 FİYATLARIYLA

 

 

 

 

 

     1. İthalat

2.117

2.111

1.471

1.316

1.564

             Petrol

283

265

252

219

239

             Petrol Dışı

1.884

1.846

1.219

1.019

1.325

     2. İhracat

991

830

1.004

809

883

     3. Dış Ticaret Dengesi

-1.126

-1.281

-467

-507

-681

C. İhracat/İthalat (%)

 

 

 

 

 

             Cari Fiyatlarla

38,2

30,2

49,7

44,7

36,8

             1968 Fiyatlarıyla

46,8

39,3

68,3

61,5

56,5

D. Petrol İthalatı/Toplam İhracat (Cari Fiy,%)

56,4

81,9

61,0

75,7

102,7

Kaynak: DPT, 1981 Yılı Programı Tablo:58’den alınmıştır.      

            Döviz kıtlığına karşı alınan tedbirlerin etkileri, 1978 ve 1979 yıllarında cari ve sabit fiyatlarla dış ticaret verileri incelendiğinde açık olarak görülmektedir (Tablo:4). Türkiye’de hem döviz kıtlığı hem de enflasyonun yükselmesinde, uygulanmakta olan ithal ikamesi politikası ve genişlemeci politikalar yanı sıra, 1973'lerden bu yana petrol fiyatlarının artması ve bunun giderek diğer ithal mallarının fiyatlarına yansımasının da etkili olduğu görülmektedir. Dış ticaret hadlerinin hızla bozulması Türkiye'yi dış kaynak sorunu ile karşı karşıya getirmiştir. Nitekim 1971 - 1973 arasında dış ticaret açığı yılda ortalama 650 milyon dolar iken, bu açık 1977'de 4 milyar dolara sıçramıştır. Açığın büyük bir kısmı dış ticaret hadlerinin aleyhe dönmesinden kaynaklanmıştır. 1979 yılında cari fiyatlarla 2.799 milyon dolar olan dış ticaret açığı, 1968 fiyatlarıyla 507 milyon dolar olmaktadır (Tablo:4).

            Türkiye 1978 öncesinde, işçi dövizlerindeki artışlar ve kısa vadeli borçlanmalarla, olumsuz dış ticaret hadleri sonucu azalan reel dış kaynakları ikame etmiştir. Böylece dışarıdan kaynaklanan enflasyonun hem yurtiçi fiyat artışlarına olan etkisi giderilmiş, hem de yüksek büyüme oranları devam ettirilmiştir. Ancak, kısa dönemli borçlanmaların 1978-1979 döneminde devamlılığı sağlanamamış, döviz kıtlığı ve enflasyon sorunu ağırlaşmıştır.

            1977 ve sonrasında yaşanan yüksek enflasyon, dış ödeme güçlükleri, kur ayarlamaları, enerji dar boğazı ile tarımsal destekleme ve KİT fiyat politikalarından etkilenmiştir. Üretilen mal ve hizmetlerin maliyetlerinde artış olurken, KİT satış fiyatlarının uzun süre sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerle sabit tutulması, fiyat artırım kararlarının zamanında yürürlüğe konulmaması suni mal darlıklarına ve karaborsa fiyatlarının oluşmasına sebep olmuştur. Ayrıca kamu açıkları büyümüş ve Merkez Bankası kaynaklarına, giderek artan oranlarda başvurulmuştur.

            1978 yılında yüzde 52, 6 olan ortalama toptan eşya fiyatları endeksi artış oranı, 1979 yılında yüzde 63,9’a yükselmiştir. Yılsonu itibariyle yıllık enflasyon ise yüzde 48,7’den, 1979 yılında yüzde 81,4’e sıçramıştır (Tablo:5). 1979 yılında Ankara Geçinme Endeksi (TÜFE) yıllık ortalama artışı yüzde 62, yıl sonu artışı ise yüzde 71,7 olmuştur.

Tablo:5-  ENFLASYON (Ticaret Bakanlığı, Yüzde)

 

1976

1977

1978

1979

1980

TOPTAN EŞYA FİYATLARI (1963=100)

 

 

 

 

 

     Yıllık Ortalama

15,6

24,1

52,6

63,9

107,2

      Yılsonu

19,1

36,1

48,7

81,4

94,6

ANKARA GEÇİNME ENDEKSİ (1963=100)

 

 

 

 

 

     Yıllık Ortalama

16,4

22,5

53,3

62,0

101,4

      Yılsonu

14,1

42,3

52,0

71,7

86,6

İSTANBUL GEÇİNME ENDEKSİ (1963=100)

 

 

 

 

 

     Yıllık Ortalama

17,4

26,0

61,9

63,5

94,3

      Yılsonu

19,3

46,8

54,0

81,8

75,1

Kaynak: TCMB 1979 ve 1980 Yılı Raporları.             

            Dış kaynak sorununun alınan tedbirlere rağmen devam etmesi ve enflasyondaki hızlanma, GSYH büyümesini de olumsuz etkilemiştir. 1979 yılında sanayi katma değeri yüzde 5, GSYH ise yüzde 0,6 oranında gerilemiştir. 1978 yılında yüzde 0,6 gerileme gösteren kişi başı gelir ise yüzde 2,7 oranında azalış göstermiştir.           

            12 Kasım 1979 tarihinde Hükümet, ara seçim sonuçlarındaki başarısızlık nedeniyle istifa etmiştir. Ekonomi politikalarında 24 Ocak 1980 Kararlarıyla radikal değişim yapılmıştır.

            3. 1980 ÖNCESİNDE ÖDEMELER DENGESİ VE DÖVİZ SORUNU İÇİN ALINAN BAŞLICA KARARLAR: [2]

            Ekonomi politikalarında radikal değişimlerin yaşandığı 24 Ocak 1980 Kararlarına kadar olan dönem, siyasi açıdan oldukça istikrarsız bir dönemdir. 1977-1980 döneminde, azınlık ve koalisyon olmak üzere beş hükümet görev yapmıştır. Aşağıdaki tabloda hükümetler ve görev sürelerine ilişkin bilgiler yer almaktadır. 1980 öncesi dönemdeki ekonomik gelişmeleri ve alınan ekonomik kararları değerlendirirken, farklı siyasi görüşlere sahip olan bu hükümetlerin özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Tablo:6- Hükümetler ve Görev Süreleri

 

Başbakan

Görev Süresi

Yapısı

Açıklama

39.Hükümet

S.DEMİREL

31 Mart 1975-21 Haziran 1977

Koalisyon

I.Milliyetçi Cephe Hükümeti

40.Hükümet

B.ECEVİT

21 Haziran 1977-21 Temmuz 1977

Azınlık

 

41.Hükümet

S.DEMİREL

21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978

Koalisyon

II.Milliyetci Cephe Hükümeti

42.Hükümet

B.ECEVİT

5 Ocak 1978-12 Kasım 1979

 

 

43.Hükümet

S.DEMİREL

12 Kasım 1979-12 Eylül 1980

Azınlık

MSP ve MHP destekliyor

 

            Ödemeler dengesi, Türk ekonomisinde her dönemde sorunlu alanların başında gelmektedir. Ancak, 1970’lerde yaşanan ham petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışlar, siyasi istikrarsızlık ve ABD ambargosu, 1980 öncesinde ödemeler dengesi ve döviz sorunu akut hale gelmiştir. Döviz kıtlığı mal arzını olumsuz etkileyerek, karaborsa ve mal kıtlığı ile birlikte  enflasyonda da yükselişe yol açmıştır. Hükümetler ödemeler dengesi ve döviz sorununu çözmek veya kısa vadeli politika uygulamalarının yarattığı sorunları gidermek için çeşitli kararlar almışlardır. Alınan kararların başlıcaları aşağıda özetlenmektedir.

 

DÖVİZE ÇEVRİLEBİLİR MEVDUAT (DÇM):

·       Yurt dışında mukim kişilerin Türkiye’de bankalarda Dövize Çevrilebilir Mevduat Hesabı açtırmalarına yönelik ilk uygulama 1967 Haziran ayında başlatılmış ve 1972 yılı sonuna kadar sürdürülmüştür. Mayıs 1975’te yayınlanan 145 sayılı Tebliğ ile DÇM yeniden uygulamaya konulmuştur. Bu hesaplara Avrupa Para Piyasasında bu tür mevduata verilmekte olan faizin % 1,75 fazlasına kadar faiz verilmesi kararlaştırılmıştır. 1976 sonunda DÇM bakiyesi 1.780 milyon dolara ulaşmıştır.

·       1 Mart 1977 tarihinde yapılan düzenleme ile DÇM hesaplarını açma kolaylaştırılmış, DÇM karşılığı verilecek krediler yeni esaslara bağlanmış ve DÇM’nin vadesine göre değişken faiz uygulaması getirilmiştir. 4 Nisan 1977’de yayınlanan bir tebliğ ile 5 milyon dolar veya muadili konvertibl dövizden

·        az olmamak kaydıyla, hariçteki bankaların açtıracakları 2 yıl ve daha uzun vadeli DÇM hesaplarının TCMB mevduat munzam karşılığına tabi tutulmaması öngörülmüştür. 1 Ekim 1977’de yayımlanan bir tebliğ ile, hariçte mukim kişilerce 3-5 yıl ve daha uzun vadeyle açtırılacak DÇM hesaplarının % 30-50 arasındaki kısımlarının, Türkiye’deki firmaların ithalat bedellerinin ve sair ödemelerinin transferinde kullanılması sistemi getirilmiştir. DÇM’nin 1977 yılı sonu bakiyesi 1.978 milyon dolara ulaşmıştır.

·       16 Şubat 1978 tarihinde Maliye Bakanlığınca yayımlanan tebliğ ile DÇM hesaplarının açılması ve kullanımı yöntemleri yeniden düzenlenmiş, “Türkiye’de mukimler” terimi “yurtdışında çalışanlar”şeklinde değiştirilerek Türkiye’de mukimlerin açacakları DÇM hesaplarına bazı kısıtlamalar getirilmiştir. 25 Nisan 1978’de yayınlanan bir tebliğ ile de, bu tarihten sonra açıklacak veya uzatılacak hariçte mukimlere ait DÇM hesaplarına 28 Şubat 1978 tarihinde geçerli döviz alış kurlarının uygulanacağı ve kur farklarının hesabın tasfiyesine değin Merkez Bankasında tutulacağı hükmü getirilmiştir.

·       Hariçte mukim tüzel kişiler adına açılmış olup taksit vadeleri 1 Ocak 1981 tarihinden önce gelmiş veya gelecek olan Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat Hesaplarının ne şekilde tasfiye olunacağı 28.8.1979 gün ve 16738 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 17 sayılı karara ek kararla açıklanmıştır. Anılan Kararla. T.C Merkez Bankası Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat Hesaplarını üstlenmeye ve bu hesapları tasfiye amacıyla anlaşmalar yapmaya yetkili kılınmış olup, söz konusu anlaşmalardan doğacak mali yükümlülüklerin tamamı Maliye Bakanlığı’nca garanti edilmiştir. Ertelemeye katılmak istemeyen hariçte mukim Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat Hesabı sahibi tüzel kişilere, bu karar çerçevesinde imzalanacak Erteleme Anlaşması koşullarından daha iyi koşullarla geri ödeme yapılamayacağı da hükme bağlanmıştır.

 

KREDİ MEKTUPLU DÖVİZ TEVDİAT HESABI (KMDTH):

·     Merkez Bankası yurt dışında çalışan vatandaşların tasarruf ettikleri dövizlerin değerlendirilmesi için “Kredi Mektuplu Döviz Tevdiat Hesabı” adı altında bir uygulama başlatmıştır. Bu amaçla 17 Mayıs 1976 tarihinde Alman Dresdner Bank A.G. ile bir anlaşma yapılmış ve Frankfurt’ta temsilcilik açılmıştır. Ayrıca, Almanya’da çalışan vatandaşların daha fazla yararlanabilmeleri için Alman Posta İdaresi ile de anlaşma imzalanmıştır. KMDTH’da biriken tutarlar 1979 yılı sonunda 344 milyon dolara ulaşmıştır.

 

KUR GARANTİSİ:

·     Maliye Bakanlığı,  Türk Parası Kıymetini Koruma Mevzuatına göre dışarıdan sağlanan ayni ve nakdi özel dış kedilerle ilgili 14 Eylül 1976 tarihinde yayınlamış olduğu bir tebliğ ile bu kredilerin anaparalarının geri ödenmesi sırasında, kredinin borçlanıldığı tarihteki kurların esas alınmasını öngören kur garantisi getirmiştir.

·     Maliye Bakanlığı 16 Mart 1977 tarihinde yayınladığı bir tebliğle bu tür kredilerin faiz oranları yeniden belirlenmiş ve değişken faiz uygulaması sistemi getirilmiştir.

·     Maliye Bakanlığı, 14 Eylül 1976 tarihli tebliğle getirilen kur garantisi uygulamasını 31 Aralık 1977 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Özel kaynaklı dış kredi kararnamesinin yayınlanmasından 1977 yılı sonuna kadar yurda gelen nakdi kredi toplamı 280 milyon dolar, ayni krediler için Maliye Bakanlığı tarafından verilen izinler toplamı ise 469 milyon dolardır. 

 

                   DEVALÜASYON, PRİMLİ VE KATLI KUR UYGULAMALARI:

·     1977 yılı içinde 1 Mart ve 21 Eylül tarihlerinde doların paritesinin iki kez değiştirilmesi üzerine Merkez Bankası dış piyasalardaki gelişmeleri de dikkate alark doların ve diğer bazı paraların Türk lirası cinsinden alış ve satış fiyatlarını tespit etmiştir.

·     Maliye Bakanlığı’nın 1 Mart 1978 tarihli tebliği ile 1 ABD dolarının değeri 25 liraya yükseltilmiştir. Merkez Bankası alım-satım konusu yapılan döviz ve efektiflerin kurlarını buna göre yeniden belirlemiştir.

·     Maliye Bakanlığı 10 Nisan 1979 tarihinde yaynladığı tebliğ ile 1 ABD dolarının değerini 26,50 Türk lirası olarak belirlemiştir.

·     Ayrıca yurtdışında çalışanların gönderecekleri dövizler ile bozduracakları efektiflere (yurda getirilmesi zorunlu olmayanlar dahil) ve turistik amaçla döviz ve efektif alışlarına yüzde 40 oranında prim ödenmesi ve anılan tebliğin yayımı tarihinden itibaren 1 ay içerisinde dolar bazına göre 10 TL, onu izleyen 1 ay içerisinde 5 TL prim ödenmesi esası uygulamaya konulmuştur.

·     12 Haziran 1979 tarihinde yayınlanan 7/17597 sayılı kararla, 1 ABD dolarının değeri 35 TL olarak belirlenmiştir.

·     7/17597 sayılı kararın 1-b maddesinde belirtilenlerin dışında kalan malların ithalat ve ihracatlarına 1 ABD doları için 12,10 TL prim ödenmesi ya da alınması,

·     Dış Seyahat Harcamaları vergisine konu olan döviz satışlarında 1 ABD dolarının 32,03 TL olması, bu satışlardan ayrıca yüzde 50 vergi tahsil edilmesi uygulaması getirilmiştir.

·     Türk Parasını Koruma Hakkındaki 25 sayılı Karara göre, 1 ABD dolarının değeri 25 Ocak 1980 tarihinden itibaren 70 TL’sına yükseltilmesi kararlaştırılmıştır. Gübre ve gübre üreticileri tarafından kullanılan gübre hammaddeleri ile zirai ilaç için 1 ABD doları 55 TL, işçi dövizleri ve seyahat harcamaları için dolar kuru 70 TL olarak tespit edilmiştir. Uluslararası para piyasalarındaki gelişmeler dikkate alınarak, alım ve satımı yapılan döviz kurları yılsonuna kadar 16 kez değiştirilmiştir.

 

             İHRACAT GELİRLERİNİN TCMB’YE DEVRİ (Zorunlu Döviz Devri):

·     Döviz pozisyonu tutmaya yetkili olan bankaların, ithalat bedellerini kendi döviz mevcutlarından serbestçe karşılayabilmeleri 1976 yılında bir ölçüde kayıtlanmış ve Merkez Bankasından izin alma zorunluluğu getirilmiştir.

·     Döviz pozisyonu tutma yetkisine sahip bankaların dövizlerini kullanabilme olanakları 1977 yılında çıkartılan tebliğlerle kısıtlanmış ve ancak Maliye Bakanlığı’nca tespit edilecek mallarla ilgili ödemelerle kullanabilecekleri hükme bağlanmıştır.

·     Döviz pozisyonu tutan bankaların dışsatım bedellerinden sağladıkları dövizlerden Merkez Bankasına devretmek zorunda oldukları % 25’ler dışında kalan tüm döviz girişlerinin en az yarısının, petrol ve bazı petrol ürünleri ile gübre ve gübre hammaddesi ödemelerinde kullandırılması kararlaştırılmıştır.

·     Döviz pozisyonu tutma yetkisi verilen bankaların, ürünlerini dışarıya veya yurt içinde yabancılara satan  veya gümrük yönetmeliklerine göre geçici kabul işlemi yapan sanayici ve madencilerden sağladıkları dövizlerin en az yüzde 50’sini, diğer şekilde sağlanan tüm döviz ve efektif girdilerinin en az yüzde 75’ini, hesaplarına girişlerini izleyen 10 gün içinde Merkez bankasına devretmeleri zorunluluğu getirilmiştir.           

 

 

 

BEDELSİZ İTHALAT:

·     5 Ekim 1977 tarihinde yayınlanan tebliğ ile işçi, serbest meslek sahibi ve müstakil iş sahibi kişilerin bedelsiz ithalatı döviz hesaplarına bağlanmış ve otomobil ithalatında gümrük vergi ve resimlerinin döviz bozdurulmak suretiyle ödenmesi esası getirilmiştir. Ayrıca mesleki alet ve makinaların da yeni ve kullanılmamış olması şartı konulmuştur.

·     28 Temmuz 1978 tarihinde bedelsiz ithalat tebliğine yapılan ek tebliğ ile, Türkiye’deki fabrikalar tarafından üretilen otomobil, biçerdöver, minibüs, traktör, sınai traktör, otobüs, kamyon ve kamyonetlerin yurtdışında çalışan işçi, serbest meslek sahibi ve müstakil iş sahibi vatandaşlara döviz bozdurularak sıra beklemeden satılması imkanı sağlanmıştır. 18 nolu bu tebliğin 6 ay yürürlükte kalması öngörülmüş ve kapsama Türkiye’deki yabancılar ile Türkiye’nin yurt dışındaki geçici ve daimi görevli memurları da dahil edilmiştir.

·      Otomobil dışalımı için bozdurulan dövizlerin % 50’sinin ve diğer yerli araçlar için bozdurulan dövizlerin % 75’inin bu araçları üreten sınai kuruluşlar ile yan sanayi kuruluşları tarafından yapılacak ithalat transferlerinde kullanılması olanağı sağlanmıştır.

·     Sıra beklemeksizin yurtiçinden otomobil ve diğer ulaşım araçları alma imkanı tanıyan 18 nolu tebliğin süresi daha sonra bir kaç kez uzatılmış ve 31 Aralık 1979 tarihinde tamamen kaldırılmıştır. Bu araçların satışından elde edilen dövizin % 75’i üretici kuruluşlar ve yan sanayi kuruluşlarına tahsis edilmiştir.

·     Yurtdışında inşaat ve montaj işleri üstlenen kuruluışlarda çalışan işçilerin yurtdışında elde edecekleri aylık gelirlerinin yüzde 30’unu Türkiye’ye transfer etmeleri gerekmektedir. Söz konusu bu dövizler karşılığı işçilere bedelsiz ithalattan yararlanma olnağı sağlanmıştır.

·     1976-1979 döneminde bedelsiz ithalat kapsamında 454 milyon dolar tutarında ithalat yapılmış ve 61.124 otomobil ithal edilmiştir.

 

DIŞ BORÇ ERTELEMELERİ:[3]

 

Dış borç ertelemelerine ilişkin rakamsal bilgiler Tablo:4’te yer almaktadır.

            a. Garanti Edilmiş Ticari Borçların Ertelenmesi: 20 Mayıs 1978 ve 25 Temmuz 1979 tarihlerinde OECD Konsorsiyumuna üye ülkeler ve Japonya ile imzalanan anlaşma kapsamında borçların ertelenmesine ilişkin çerçeve anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ve diğer ikili anlaşmalarla, 1,2 milyar dolayında dış borç ertelenmiştir.

            b. Uluslararası Bankalara Yönelik Borç Ertelemeleri:

·     DÇM Ertelemesi: 28 Ağustos 1979 tarihinde Resmi gazetede yayınlanan bir kararla toplam 2,2 milyar dolar dolayındaki DÇM borcu TCMB borcuna dönüştürülmüştür. DÇM borcu 3 yılı ödemesiz olarak 7 yıl ertelenmiştir. Faiz oranı 6 aylık LIBOR üzerine yüzde 1,75 ek faiz eklenmek suretiyle tespit edilmiş, ayrıca isteyen alacaklılara sabit faiz seçme hakkı tanınmıştır.

·     Banker Kredileri: 26 Eylül 1979 tarihinde yürürlüğe giren anlaşma ile 429 milyon dolar tutarındaki banker kredileri, 3 yılı ödemesiz 7 yıl ertelenmiştir. Erteleme süresinde 6 aylık LIBOR üzerine yüzde 1,75 ek faiz ödemesi kararlaştırılmıştır. 

·     Üçüncü Taraf Borçları: Bu borçlar, Türk bankaları tarafından açtırılan akredifler için gerekli karşılıkların oluşturulamamasından kaynaklanmıştır. 300 milyon dolar dolayında olan bu borçların 3 yıl süreyle ertelenmesi için bir program hazırlanması ve alacaklı bankalarla ikili anlaşmalar yapılması kararlaştırılmıştır.

            c. Garantisiz Ticari Borçların Ertelenmesi: Türkiye’nin garantisiz ticari borçlarının tasfiyesine ilişkin olarak 25 Ocak 1980 tarihinde yayınlanan kararla, bu tasfiye işlemlerinin yetkili bankalarla yürütümesi öngörülmüştür. Daha sonra 30 Mayıs 1980 tarihinde alınan 8/911 satılı kararla tasfiye işlemlerinin TCMB tarafından yürütülmesi hükme bağlanmıştır. 1980 yılında, 31 Aralık 1979 tarihine kadar fiilen ithal edilmiş ancak bedelleri ödenememiş garantisiz ticari borçların tasfiyesine başlanmış ve alacaklılara Türk lirası ile veya döviz ile ödeme şekli olarak iki seçenek sunulmuştur.Döviz ile ödeme şeklini seçenlerin borcunun, 4,5 yılı ödemesiz toplam 10 yıl içinde ödenmesi kararlaştırılmıştır. 31 Aralık 1980 tarihi itibariyle Türk lirası ödemeyi kabul edenlere, 355 milyon dolar karşılığı Türk lirası ödeme yapılmıştır.

            4. TÜRKİYE’DE KRİZ DÖNEMLERİNE KISA BİR BAKIŞ:[4]

            Türkiye, 1970’li yılların başlarında olumlu dünya konjonktürü ve 1970 devalüasyonunun ödemeler dengesinde sağladığı katkıdan yararlanarak, ithal ikamesine dayalı yüksek büyüme hızlarını sürdürebilmiştir. 1973 -1974 petrol krizi sonrası dış ticaret hadlerinin sürekli olarak gerilemesi, haşhaş ekimi ve Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle Türkiye'ye yönelik ABD ambargosu ve dış kısıtlamalar, ödemeler dengesi problemini de beraberinde getirmiştir. Değişen dış koşullarla uyumlu ekonomi politikaları iç politik istikrarsızlık nedeniyle uygulanamamıştır.

            Ekonomi yönetimleri önce mevcut rezervleri kullanmış, daha sonra kısa vadeli dış borçlanmanın arttırılması yoluna gitmişlerdir. Rezerv kullanımı ve borçlanma yoluyla sağlanan dış kaynak imkânı devam ettiği sürece mevcut politikalar sürdürülmüş ve izlenen bu politikaların enflasyonist etkisi dengelenebilmiştir. Nitekim 1975 ve 1976 yıllarında yüksek büyüme hızı sağlanırken, enflasyon genelde kontrol altında tutulabilmiştir. Ancak bir yandan geçici döviz kaynaklarının azalması, diğer yandan genişlemeci politikanın dozunun artırılması ve iç politik istirarsızlığın artması, 1977 yılından itibaren  enflasyonist baskının hızla açığa çıkmasına ve ödemeler dengesindeki sorunların daha da ağırlaşmasına yol açmıştır.

            1978-1979 yıllarında olumsuz ekonomik gidişi önlemek amacıyla istikrar tedbirleri yürürlüğe konulmuştur. Bu çerçevede, kısa vadeli dış borçlar ertelenmiş, döviz kuru ayarlamaları yapılmış, ithalat artışı kontrol altına alınırken, ihracat ve işçi döviz girişleri artırılmaya çalışılmıştır. 1979 yılında 2. Petrol şokunun yaşanması ve ekonominin yüksek ithal bağımlılığı, dış finansman ihtiyacını artırmıştır. Artan dış finansman ihtiyacının yeterince karşılanamaması,  hayati ithal maddelerinde kıtlıklara yol açmış, üretim yavaşlamış, ikili fiyatlar ve karaborsa oluşmuştur.

            1979 yılı sonlarında iktidara gelen hükümet, 24 Ocak 1980 tarihinde yeni bir istikrar programı yürürlüğe koymuştur. Programın temel amacı, 1980 yılında öncelikle enflasyonist gidişi kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak, üretimi engelleyen kıtlıkları ve mal arzındaki sorunları gidermek ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmektir. İstikrar programı çerçevesinde fiyatların idari kararlarla tespiti esası terkedilmiş, KİT’ler tarafından üretilen temel mal ve hizmet kapsamı daraltılmış ve temel mal ve hizmet kapsamı dışında kalan ürünlerin fiyatlarının serbestçe tespiti ilkesi getirilmiştir. Türk parasının değerinde yüksek oranlı bir ayarlama yapılmış, ABD dolarının değeri 47,1 liradan 70 liraya yükseltilmiştir. İhracatta rekabet gücünü koruyacak şekilde kur ayarlamaları devam etmiş, bankaların ve ihracatçıların kullanımına bırakılan döviz miktarları artırılmış, ihracat ve yatırımlar teşvik edilmiştir. İthal ikamesi politikası yerine ihracat öncelikli ekonomi politikaları benimsenmiştir.

            24 Ocak Kararlarının yetersiz kaldığı vergi, kamu maliyesi ve ücret-istihdam alanına ilişkin politikalar, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında ele alınmıştır. Vergi yasaları yeniden düzenlenmiş, grev-lokavt yasaklanmış, ücret ve maaş artışları Yüksek Hakem Kurulu tarafından belirlenmiştir. 1983 sonrasında ithal ikamesine dayalı karma ekonomi modeli terkedilerek, ihracata dayalı serbest piyasa ekonomisi uygulamasına öncelik verilmiştir.

24 Ocak 1980 tarihinde uygulamaya konulan ekonomik politikalar ile kriz aşılmaya çalışılırken, aynı zamanda Türkiye ekonomisinin Dünya genelinde yaygınlık kazanmaya başlayan neo-liberal ekonomik politikalara geçişi de sağlanmıştır. 1973 ve 1979 petrol şoklarının ardından, dünya genelinde ekonomik politika uygulamalarında radikal değişim gözlenmiştir. Serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi amacıyla, kamunun ekonomideki rolü sınırlandırılırken, mal-hizmet-finans piyasalarının serbestleştirilmesine ve de-regulasyon ile özelleştirme uygulamalarına öncelik verilmiştir. 24 Ocak kararları ile 12 Eylül askeri yönetimi ve sonrasında izlenen piyasa ağırlıklı ve özel kesim öncülüğündeki ekonomik politikalarla, ekonominin uluslararası rekabet ortamına uygun bir yapıya kavuşturulmasına önem verilmiştir. Bu çerçevede, kambiyo rejimi, dış ticaret rejimi ve finansal piyasalar önemli ölçüde serbestleştirilirken, kamu maliyesi alanında da düzenlemeler yapılmıştır [5].

1989 yılında sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının ardından, 1990’lı yıllarda makroekonomik politikalardaki uyumsuzluklar ile siyasi istikrarsızlıkların eşlik ettiği, ekonomide iç ve dış kaynaklı dalgalanmalarla karşılaşılmıştır. 1991 yılında Körfez Savaşı, 1994 yılında ekonomik kriz, 1997 yılında Asya Krizi, 1998 yılında Rusya Krizi ve 1999 yılındaki Marmara Depremleri ekonomide ciddi sorunların ortaya çıktığı dönemler olmuştur. 1990’lı yıllarda kapsamlı ekonomik düzenlemeler 1994 yılında yapılmıştır. “5 Nisan Kararları” olarak da bilinen bu kararlar ile kamu açıklarının daraltılması ve ekonominin rekabet gücünün artırılması amaçlanmıştır. Bu kararlar, kamu açıklarının daraltılması ve reel ücret-reel kur sorununun çözülmesine yardımcı olmuş, AB ile yapılan gümrük birliği anlaşmasının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini önemli ölçüde sınırlandırmıştır. Ancak, 5 Nisan Kararları ekonomide kronik enflasyon-yüksek faiz sorununu çözmekte ve mali sektörü düzenlemekte başarılı olamamıştır.

Ekonomideki kronik enflasyon ve yüksek faiz sorununu çözmek amacıyla, 2000 yılı başında “Kura Dayalı Enflasyonla Mücadele Programı” yürürlüğe konulmuştur. IMF destekli bu program ile enflasyonun hızla düşürülmesi, kamu açıklarının kontrol edilmesi ve mali sektörün yeniden yapılandırılması amaçlanmıştır. Ancak, uygulanan programın kura dayalı olması ve bu çerçevede enflasyon hedefi ile uyumlu döviz kuru sepetinin bir yıllık dönem için önceden açıklanmasının yarattığı katılık yanı sıra, uluslararası konjonktürün uygun olmaması, yapısal reformlardaki gecikmeler ve mali sektöre ilişkin düzenlemelerdeki eksiklikler sonucunda, ekonomide Kasım 2000 tarihinden itibaren ciddi sorunlarla karşılaşılmıştır. Kasım 2000 tarihinde yaşanan sorunlara karşın “Kura Dayalı Enflasyonla Mücadele Programı’nın“ sürdürülmesi çabaları sonucunda ekonomi, Şubat 2001 tarihinde ağır bir finansal krizle karşı karşıya gelmiş ve uygulanmakta olan program terkedilmiştir [6].

Şubat 2001 krizinin ardından, Nisan ayı ortasında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” kapsadığı önlemler ve yasal düzenlemeler ile birlikte kamuoyuna açıklanmıştır. Program, yapısal reformlar ve yasal düzenlemelere öncelik vermiştir. Program çerçevesinde, mali sektörün yeniden yapılandırılması, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması, devlette şeffaflığın artırılması, kamu finansmanının güçlendirilmesi ve ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılması amaçlanmıştır [7]. Bu konularda, hazırlık çalışmalarının tamamlanması ve önemli bir bölümünün yasalaştırılmasının ardından Mayıs 2001 tarihinde IMF ile yeni bir niyet mektubu imzalanmış ve önemli bir ek finansman sağlanmıştır.

Güçlü ekonomiye geçiş programı, özellikle uluslararası likidite bolluğunun da katkısıyla başarılı bir şekilde uygulanmış ve ekonomi yüksek bir büyüme dönemi yaşarken, kamu açıkları kontrol edilmiş, enflasyon ve faiz oranları hızlı bir şekilde gerilemiştir. Ancak, hızlı büyümeye karşın ekonomi istihdam yaratmakta yetersiz kalmış, TL’nin reel değerlenmesinin de etkisiyle ithal girdi kullanımının artması cari işlemler açığının yükselmesine yol açmıştır. Ayrıca, uluslararası likidite bolluğu, finansal kaynaklara erişim imkânlarının artması ve kamunun mali piyasalar üzerindeki baskınlığının azalması, firma ve hane halkı borçluluğunun artmasına da neden olmuştur.

Küresel krize kadar olan dönemde, ekonomide yaşanan iç ve dış kaynaklı dalgalanmalar, genelde kısa süreli, reel büyüklükler üzerine etkileri sınırlı ve çoğunlukla döviz kuru kaynaklı olmuştur. Dalgalanma dönemlerinde, özellikle para politikası kararları devreye sokulmuş ve beklenti yönetimine öncelik verilmiştir. 2006 yılı Mayıs-Haziran döneminde yaşanan döviz kuru dalgalanması hem piyasa göstergeleri hem de reel büyüklükler üzerine önemli ölçüde etkili olmuş ve para politikası önceki dalgalanmalardan daha sert tepki vermiştir [8].

ABD’de başlayan “Mortgage Kredileri” kaynaklı kriz, 2008 yılı Eylül ayından itibaren “Global Finansal Krize” dönüşmüş ve tüm ülkeleri etkisi altına almıştır. Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm ülkeler para politikalarını gevşetmişler, ekonomideki daralmayı hafifletmek için genişlemeci maliye politikası uygulamalarına başlamışlardır. 2008 yılı son çeyreğinde, hemen hemen tüm ülkelerde ekonomik daralma yaşanmış, sanayi üretimi, istihdamı ve dış ticareti büyük ölçüde gerilemiştir. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler ve yükselen piyasa ekonomileri, ekonomik canlandırma paketlerini yürürlüğe koymuşlar, IMF kaynakları artırılarak krizden olumsuz etkilenen ülkelere yeni finansman imkânları sağlanmıştır.

            Reel ekonomik büyüklükler ve piyasa göstergeleri, Türk ekonominin küresel krizden 2008 yılının son çeyreğinden itibaren önemli ölçüde olumsuz etkilendiğini göstermiştir. Bu dönemde, GSYH gerilemiş, işsizlik oranı yükselmiş, imalat sanayi üretimi ve dış ticareti hızla daralmıştır. Başlangıçta döviz kurları ve faiz oranları hızla yükselmesine rağmen, ekonomideki hızlı daralmayı yavaşlatmak için Merkez Bankası tarafından politika faizlerinin önemli ölçüde düşürülmesi ve döviz ve Türk lirası likiditesine yönelik önlemler alınması, döviz kurları ve faiz oranlarının tekrar gevşemesini sağlamıştır. Ayrıca, üretim ve istihdamı teşvik etmek amacıyla geçici vergi indirimleri yürürlüğe konulmuş, kredi maliyetlerini düşürücü bazı düzenlemeler yapılmıştır. İç ve dış talepteki hızlı daralma ve uluslararası temel mal fiyatlarındaki düşüş enflasyonda da gerilemeyi beraberinde getirmiştir.

Global kriz öncesinde gerçekleştirilen yüksek büyüme hızları, uluslararası likidite bolluğundan önemli ölçüde etkilenmiştir. Doğrudan yatırımlar ve reel sektör kredi kullanımındaki artış, sermaye girişlerini hızlandırmış ve yatırımların GSYH’ya oranı yükselmiştir. Ancak, yurtiçi tasarruf düzeyinin yetersizliği, büyümeyi büyük ölçüde dış kaynak girişine bağımlı hale getirmiş ve ekonominin rekabet gücü zayıflamıştır[9]. Ekonominin büyüme stratejisinin yeniden değerlendirmesi ihtiyacı ortaya çıkmasına rağmen, dış kaynak girişine dayalı büyüme stratejisi küresel kriz sonrasında da devam ettirilmiştir.

Küresel kriz sonrasında Türkiye yüksek bir büyüme sürecine girmiş ve cari işlemler dengesi açığı önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu dönemde yaşanan likidite bolluğu, ekonomideki tüm birimlerin borçluluğunu artırmıştır. Türkiye’nin brüt dış borç stoku artarken, başta reel sektör olmak üzere hane halkının borçları da önemli ölçüde yükselmiştir. Bankacılık sektörünün yurtiçi kredilerinin GSYH’ya oranı 2009-2018 döneminde ikiye katlanmış ve küresel kriz dönemine göre, ekonomideki tüm birimlerin kur ve faiz riski oldukça yükselmiştir.[10]

            2017 yılındaki referandum ve Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, ekonomide kısa vadeli bir bakış açısının yerleşmesine neden olmuştur. Bu durum kapsamlı politika uygulama imkânlarını ortadan kaldırmıştır. Ekonomide genellikle Kredi Garanti Fonu (KGF) ve kamu bankaları kullanılarak kredi genişlemesine dayalı bir büyüme stratejisi izlenmeye başlanmıştır. 2018 yılında ABD ile yaşanan “Rahip Krizi”, finansal piyasalarda ciddi bir şok yaratmış, ekonomiden yüksek miktarda ani sermaye çıkışına neden olmuştur. Ekonomide yaşanan olumsuz gelişmelere karşın, Merkez Bankası politika faizini yükseltmiş, ABD ile ilişkilerde sağlanan normalleşmenin de etkisiyle, döviz kurları, enflasyon ve faiz oranlarındaki aşırı hareketler ortadan kalkmıştır. Ancak faiz oranlarındaki yükseliş 2019 yılında ekonomide ciddi bir durgunluğa neden olmuştur. 2017 sonrasında enflasyonda ve büyümede dalgalanma, ekonomi politika uygulamalarında ve Merkez Bankası yönetimi ile politika faizlerinde sık değişiklik, kamu bankaları aracılığıyla sürekli yeni kredi programları uygulamasına gidilmiştir.

Tablo:7- Kriz Yılları Ekonomik Göstergeleri

 

1980

1994

2001

2009

2019

1. GSYH Büyümesi (%)

-2,4

-5,5

-5,8

-4,8

0,9

2. Sanayi Sektörü Büyümesi (%)

-3,6

-5,7

-8,1

-8,7

-0,6

3. Kişi Başı Gelir Büyümesi(%)

-4,4

-7,0

-7,0

-6,1

-0,5

4. GSYH Deflatörü (%)

88,1

106,5

52,6

5,5

13,9

5. İşsizlik Oranı (%)

8,6

8,5

8,4

14,0

13,7

6..İhracat/GSYH (%)

3,1

10,0

15,5

15,7

22,6

7..İthalat/GSYH  (%)

8,5

12,8

20,4

21,6

26,7

8..Dış Ticaret Dengesi/GSYH (%)

-5,4

-2,8

-5,0

-6,0

-4,1

9..Cari İşlemler Dengesi/GSYH (%)

-3,7

1,5

1,9

-1,7

0,7

10.Bütçe Harcaması/GSYH (%)

15,0

16,8

33,1

26,8

23,2

11.Bütçe Gelirleri/GSYH (%)

12,7

14,0

20,9

21,6

20,3

12.Bütçe Dengesi / GSYH (%)

-2,3

-2,9

-12,2

-5,3

-2,9

13.TEFE/ÜFE (%)

107,2

120,7

61,6

1,2

17,6

14.TÜFE (%)

101,4

106,3

54,4

6,3

15,2

15.Ortalama Dolar Kuru Değişim (%)

120,2

162,9

93,9

20,7

20,5

Kaynak: Strateji ve Bütçe Başkanlığı, TÜİK ve TCMB.

            2020 yılında yaşanan Covid-19 salgını, devletin ekonomik ve sosyal politika uygulamalarında aktif rol almasına neden olmuştur. Dünya genelinde, genişlemeci maliye ve para politikaları uygulanarak salgının olumsuz etkileri hafifletilmeye çalışılmıştır. Salgın ile birlikte sağlık, iş gücü, ekonomi ve eğitim alanlarında devletin daha müdahaleci ve yapıcı rol oynaması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Salgının dünya üretim ve tedarik merkezi durumunda olan Çin’de ortaya çıkması, küresel düzeyde tedarik zincirinin olumsuz etkilenmesine neden olmuştur. Salgın devletlerin mal ve hizmet, özellikle gıda, sağlık ürünleri ve temel ihtiyaç maddeleri, teminindeki rolünün güçlendirilmesi gerektiğini göstermiştir.

            5. YENİ EKONOMİ MODELİ VE KRİZE GİDEN SÜREÇ:

            2018 yılında yaşanan “Rahip Krizi” sonrasında, iktidarın ekonomi politikalarına ilişkin görüşünde ve geçmiş ekonomi politikası uygulamalarına ilişkin değerlendirmelerinde değişim gözlenmeye başlamıştır.  Devletin ekonomi politikalarında, özellikle para politikalarında, daha etkili olması ve dış kaynaklara bağımlılığın azaltılması gerektiği yönündeki görüşler gündeme getirilmiştir. 2017 öncesi dönemde ekonominin rekabet gücünün zayıflatıldığı, dışa bağımlılığın arttığı dile getirilirken, yerli ve milli üretimin teşvik edilmesi gerektiği belirtilmeye başlanmıştır.  Mevcut iktidarın  sürekli övgüyle  bahsettiği 2002-2017 dönemi politikaları, yine mevcut iktidar tarafından yoğun olarak eleştirilmiştir.

            “Yeni Ekonomi Modeline” ilişkin değerlendirmelerden önce, 2002-2017 dönemi ekonomik gelişmeleri ve büyüklüklerine kısaca göz atmakta yarar görülmektedir.

            A. 2002-2017 DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ:

Türkiye, 1980’lerden itibaren, özellikle ekonomi politikaları açısından, küreselleşmenin etkilerine en açık ülkelerden birisi olmuştur. Diğer yükselen piyasa ekonomilerine göre, Türkiye finansal piyasaların liberalleştirilmesi açısından oldukça erken davranmış ve 1980’lerin ortalarında faiz oranlarının serbest bırakılması, yerleşiklere yabancı para mevduat hesabı açma imkânının tanınması, 1989’da sermaye hareketlerinin tamamen serbest bırakılması gibi düzenlemeleri gerçekleştirmiştir. Erken finansal liberalleşme pek çok sorun yaratmış, sık, sık ekonomik dalgalanma ve krizlerle karşılaşılmıştır.

            Her kriz dönemi, ekonomi politikalarında radikal değişimlerin yapıldığı, bir dönem olmuştur. Bu politika değişimleri sayesinde, ekonomiyi krize götüren sorunların bir kısmı çözülürken, bazı yeni sorunlar da kriz sonrasına taşınmıştır. 2001 krizi sonrasında uygulanan IMF destekli “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”, enflasyonu düşürme, kamu borç stokunun GSYİH’ya oranının azaltılması ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi konusunda önemli başarılar sağlanmasına katkıda bulunmuştur. 2001 krizinde mali sektör yeniden yapılandırılmış, merkez bankası özerkleştirilmiş, özelleştirme hızlandırılmış ve yüksek enflasyon sorunu çözülmüş, ancak daha sonra yüksek cari açık ve dış kaynağa bağımlılık sorunu gündeme gelmiştir. 2008-2009 dönemindeki küresel finansal kriz yüksek cari açık veren ve rekabet gücü zayıf olan ülkeleri ciddi ölçüde olumsuz etkilemiştir. Buna rağmen Türkiye, kriz öncesinde olduğu gibi küresel kriz sonrasında da yüksek cari açık vermeye devam etmiş ve ekonomi bir borç ekonomisine dönüşmüştür.

            1994-2002 döneminde yüzde 2,6 olan ortalama GSYH büyüme hızı 2003-2017 döneminde yüzde 5,8’e yükselirken, aynı dönemde ortalama TÜFE enflasyonu yüzde 73,9’dan yüzde 9,6 gerilemiştir. Ekonominin büyüme performansındaki olumlu gelişmeye karşın, bu dönemde işsizlik oranı yüzde 7,7’den yüzde 10,7’ye yükselmiştir. Bu dönemde “uluslararası likidite bolluğu”  ve “Çin’in dünya üretim ve tedarik merkezine dönüşmesi”, döviz kurlarında düşüşe ve ithalatta artışa yol açmıştır. Bu durum bir yandan enflasyonun düşmesine katkıda bulunurken, diğer yandan ekonominin rekabet gücünü zayıflatmış ve istihdam imkânlarını da daraltmıştır.

2002-2017 döneminde, Türk lirasının değer kazanması sonucunda ithalattaki artıştan kaynaklanan yüksek cari açık, dış borç stokundaki yükseliş, düşük istihdam oranı, yükselen işsizlik ve yatırımların inşaat ve hizmet sektörlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Nitekim bu dönemde 741 milyar dolar dış ticaret açığı, 519 milyar dolar cari işlemler dengesi açığı verilmiş, brüt dış borçlarda ise 319 milyar dolarlık artış olmuştur.

Tablo:8-2002-2017 Dönemi Ekonomik Göstergeleri

 

Ortalama Yüzde

Milyar Dolar

Reel Kur End.

 

GSYH Büyümesi

İşsizlik Oranı

 TÜFE

 

ÜFE

 

$ Kuru

Dış Borç Stoku

Cari Denge

DışTic.

Dengesi

 

TÜFE

 

ÜFE

2002

6,4

10,3

45,0

50,1

24,5

131,9

-0,6

-6,4

96,2

94,2

2003

5,8

10,5

25,3

25,6

-2,0

148,5

-7,6

-13,4

101,2

99,2

2004

9,8

10,8

8,6

11,1

-4,1

166,0

-14,2

-22,4

102,3

100,7

2005

9,0

10,6

8,2

8,2

-5,9

175,8

-21,0

-32,9

119,4

112,1

2006

6,9

10,2

9,6

9,3

7,0

214,9

-31,2

-40,9

109,8

103,5

2007

5,0

10,3

8,8

6,3

-9,8

259,1

-36,9

-46,8

127,7

115,3

2008

0,8

11,0

10,4

12,7

-1,4

285,0

-39,4

-52,9

111,1

102,4

2009

-4,8

14,0

6,3

1,2

20,7

276,4

-11,4

-24,8

113,6

105,0

2010

8,4

11,9

8,6

8,5

-2,7

308,2

-44,6

-56,3

120,2

111,4

2011

11,2

9,8

6,5

11,1

11,5

320,6

-74,4

-89,2

103,3

97,9

2012

4,8

9,2

8,9

6,1

7,5

357,3

-48,0

-65,4

110,9

103,5

2013

8,5

9,7

7,7

4,5

5,6

405,2

-55,9

-81,9

100,9

94,8

2014

4,9

9,9

8,9

10,3

15,2

416,8

-38,9

-66,6

105,7

102,3

2015

6,1

10,3

7,7

5,3

24,0

402,8

-27,3

-49,0

99,0

97,4

2016

3,3

10,9

7,8

4,3

11,3

405,9

-27,0

-39,9

93,5

90,7

2017

7,5

10,9

11,1

15,8

20,7

450,9

-40,9

-58,6

86,3

84,1

Kaynak: TCMB ve TÜİK.

            2018 yılı Ağustos ayında ABD ile yaşanan “Rahip Krizinin”, finansal piyasalarda büyük bir dalgalanma yaratmasının temel nedeni de, ekonominin dış finansmana bağımlılığından kaynaklanmıştır. 2018 yılı sonrasında, dış kaynaklara bağımlı mevcut büyüme stratejisi değiştirilmeye ve ekonominin rekabet gücü korunmaya çalışılmıştır. Ancak kapsamlı bir program uygulamaktan kaçınılmış, ekonomi yönetimi sık sık değiştirilerek kısa vadeli bakış açısı korunmuştur.

            ABD ve AB üyesi ülkelerle ilişkilerde yaşanan sorunlar, finansal piyasalara müdahale girişimleri Türkiye’nin kredi riskini artırmış ve dış finansman teminini kısıtlamıştır. Döviz kurları ve finansal piyasalarda dalgalanmaları önlemek için, ekonomi yönetimi şeffaf olmayan yöntemlerle döviz rezervleri kullanılmış ve net rezervler negatif dönüşmüştür. 2021 yılı ikinci yarısında, daralan dış finansman imkânları yanı sıra enerji ve gıda fiyatlarında yükselişler gözlenmiştir. Bu ortamda yeni ekonomi modeline yönelik söylemlerde gündeme gelmeye başlamıştır.

            B.YENİ EKONOMİ MODELİ VE KRİZE GİDİŞ:

            Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 kararları ile oluşturulan ekonomik-politik ortam içinde, 1994 ve 2001 krizlerini yaşamıştır. Bu krizleri genelde, kamu finansmanı ve ödemeler dengesi sorunu kaynaklı krizler olarak değerlendirebiliriz. Krizden çıkış büyük ölçüde geleneksel iktisat politikaları ve IMF programları ile sağlanabilmiştir.

            Günümüzde yaşadığımız kriz, 1980, 1994 ve 2001 krizleri öncesinde yaşanan süreçlerden oldukça farklı bir özelliğe sahiptir. Enflasyon başta olmak üzere ekonominin bazı alanlarında sorun olmakla birlikte, krize giden bir süreç söz konusu değildi. Bu kriz, ani bir şekilde karar verilen bir ekonomi modelinin uygulamaya konulması sonucunda, mevcut ekonomi yönetiminin yarattığı yapay bir krizdir. 2021 yılı Eylül ayında enflasyon, ithal enerji ve emtia fiyatlarındaki artışın etkisiyle, yükselirken Merkez Bankası’nın faiz indirim sürecini başlatmasıyla hayatımıza girmiştir. Bu süreç, kamuoyuna “Yeni Ekonomi Modeli” olarak sunulmuştur. Yeni Ekonomi Modelinin “düşük faiz-yüksek kur” ilkesini benimsediği ve bu ilke çerçevesinde ihracat-üretim ve istihdamın artırılacağı, ihracat artışı sayesinde de cari işlemler dengesinin fazla vereceği ifade edilmiştir. Bu cari işlemler dengesi fazlası sayesinde döviz kurları üzerindeki baskının giderileceği ve enflasyonun düşürüleceği ileri sürülmüştür.

            Yeni Ekonomi Modelinin yaklaşık bir yıllık uygulanması sonucunda, ekonomide döviz kurları ve enflasyonda aşırı yükselme gözlenmiştir. Ancak büyüme ve istihdam artışı devam etmiş, enerji fiyatlarındaki yükselişinde etkisiyle cari işlemler açığı ise ikiye katlanmıştır. Ekonomi yönetimi döviz kurlarını kontrol altında tutabilmek için, 1980 öncesi dönemlerde uygulanan bazı kararlara benzer uygulamalara başvurmak zorunda kalmıştır. Bu çerçevede “Kur Korumalı Mevduat” (KKM), başta ihracat olmak üzere döviz gelirlerinin nir bölümünün TCMB’ye zorunlu devri ve kontrollü kredi kullandırılması gibi uygulamalar başlatılmıştır.

            Türkiye’yi yeniden enflasyonist bir sürece ve döviz kıtlığına sokan “Yeni Ekonomi Modelinin” başarısızlığının üç temel unsuru bulunmaktadır. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

            1.“Yeni Ekonomi Modeline” Hazırlıksız Geçilmiştir:

            Bu ekonomi modelinin hiçbir ön hazırlık ve değerlendirme yapılmadan gündeme getirildiğinin en iyi göstergesi, 5 Eylül 2021 tarihli Resmi Gazetede Cumhurbaşkanlığı Kararı olarak yayımlanan 2022-2024 dönemini kapsayan “Orta Vadeli Program” ile 25 Ekim 2021 tarihinde Resmi Gazete yayımlanan “2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programıdır”. Ekonomi yönetimini oluşturan Hazine ve Maliye Bakanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile T.C. Merkez Bankası Başkanlığı’nın ortak çalışması ile oluşturulan ve siyasi otorite tarafından onaylanıp kamuoyuna açıklanan bu belgelerde, yeni ekonomi modelinin temel stratejisi olan “Düşük Faiz-Yüksek Kur” politikasının hiçbir izine rastlanılmamaktadır.[11] Orta Vadeli Programda (OVP) yer alan temel ekonomik göstergeler incelendiğinde, mevcut ekonomi politikalarının uygulanması ile ekonominin büyüme performansının süreceği, cari işlemler dengesinde iyileşme sağlanacağı, işsizliğin azalacağı ve enflasyonda belirgin bir düşüşün sağlanabileceği öngörülmüştür (Tablo:7). Yeni Ekonomi Modelinin benimsediği ilke ve stratejiler, Orta Vadeli Programın hedef ve tahminlere hiç yansıtılmamıştır.

Tablo:9- Orta Vadeli Program (OVP) Temel Ekonomik Büyüklükleri

 

2021 GT

2022 P

2023 P

2024 P

1.GSYH Büyümesi (%)

9,0

5,0

5,5

5,5

2.Toplam Yurtiçi Nihai Talep (%)

7,5

4,3

4,9

5,2

3.Net İhracatın Büyümeye Katkısı (% puan)

3,4

1,1

0,6

0,5

4.İhracat (Milyar Dolar)

211

231

242

255

5.İthalat (Milyar Dolar)

258

283

294

309

6.Cari İşlemler Dengesi (Milyar Dolar)

-21,0

-18,6

-13,5

-10,0

7.İşsizlik Oranı (%)

12,6

12,0

11,4

10,9

8.GSYH Deflatörü (%)

20,9

12,9

8,8

7,9

9.TÜFE Yıl Sonu (%)

16,2

9,8

8,0

7,6

10.Dolar Kuru (Ortalama, TL/$)

8,30

9,27

9,77

10,27

Kaynak: Strateji ve Bütçe Başkanlığı, “2022-2024 Orta Vadeli Program.

            Orta Vadeli Programın makroekonomik varsayımlarına göre hazırlanan 2022 Yılı Bütçe Tasarısı, “Yeni Ekonomi Modeli” söylemi çerçevesinde uygulamaya konulan “düşük faiz-yüksek kur” politikası ile geçersiz hale gelmiştir. TÜFE enflasyonunun yüzde 9,8, ortalama dolar kurunun ise 9,27 lira olacağı varsayımları, 2022 yılı başlamadan geçersiz olmasına karşın, 2022 yılı bütçe gelir ve giderleri bu varsayımlara göre hazırlanmış ve Aralık ayında TBMM’de görüşülerek kanunlaşmıştır. Ancak ekonomi yönetimi 2022 Haziran ayında ek bütçe hazırlamak zorunda kalmış ve bütçe ödeneklerinin yüzde 61,7’si kadar ek ödenek almıştır.

            2. Küresel Ekonomik Durum ve Olası Gelişmeler Dikkate Alınmamıştır;         

            Enerji fiyatlarının arttığı, tedarik sorunlarının yoğunlaştığı ve yükselen enflasyon nedeniyle sıkılaştırıcı politikaların gündeme geldiği küresel ekonomik ortam, “Yeni Ekonomi Modelinin” gerektirdiği ekonomi politikalarında radikal değişim için uygun değildi. Nitekim 25 Ekim 2021 tarihinde yayımlanan 2022 Yılı Programında da “2021 yılında bazı emtialar da arz yönlü sorunların öne çıktığı,  enerji ve metal fiyatlarında yüksek artışların kaydedildiği belirtilirken, birçok gelişmiş ülkede üretici fiyatlarının zirve yaptığı ve küresel enflasyondaki yükselişin geçici olmayabileceği” ifade edilmiştir. 2020 yılında ortalama 42,3 dolar/varil olan Brent tipi ham petrol fiyatı 2021 yılı Haziran ayında 73 ABD doları seviyesine yükselmiş, 2021 yılı üçüncü çeyreğinde arz-talep dengesizliğinin devam edeceği beklentisinin güçlenmesinin ardından petrol fiyatları 80 ABD doları eşiğini aşmıştır.

            Ham petrol yanı sıra doğalgaz, kömür, gübre, bakır, alüminyum, buğday ve şeker fiyatları 2021 yılı ikinci yarısında önemli ölçüde yükselmeye başlamıştır.  2021 yılı ikinci yarısında dolar cinsinden ithalat birim değer endeksi, 2021 yılı ilk yarısına göre yüzde 14, 2020 yılı ikinci yarısına göre yüzde 29 civarında artış göstermiştir. İthal kaynaklı bu fiyat artışlarının, Türkiye’de enflasyon ve ödemeler dengesi açısından sorun yaratma olasılığı oldukça yüksek iken “düşük faiz-yüksek kur” stratejisini uygulamak, gerçekçi ve akılcı bir tercih olarak değerlendirilmemektedir. Ayrıca, Şubat ayı sonunda başlayan Rusya-Ukrayna savaşının gıda ve enerji fiyatlarını daha da yükseltmesi, cari fazla verme ve cari fazla ile döviz kurunu ve enflasyonu düşürme olasılığını tamamen yok etmiştir.

            3. Döviz Kurlarının Enflasyonist Etkisi Hafife Alınmıştır;

             Ekonomi yönetiminin enflasyon yükselirken politika faiz oranını Eylül ayından itibaren sürekli indirmesi, döviz kurlarının hızla yükselmesine ve kurlarda oynaklığın ciddi ölçüde artırmasına neden olmuştur. Siyasi otorite döviz kuru artışlarının fiyat artışları ve enflasyonist süreç üzerine etkilerini çok hafife almıştır. Yapılan bir çalışmada döviz kurundan enflasyona geçiş katsayısı 2016 öncesinde yüzde 15 iken, 2017 sonrası dahil edildiğinde bu katsayının yüzde 27’ye yükseldiğini göstermektedir.[12] Ayrıca, eskiden geçişin yüzde 80’i dokuz ay içinde tamamlanırken, bu sürenin altı aya indiği ifade edilmektedir. 2022 Temmuz ayı itibariyle yıllık TÜFE enflasyonunun yüzde 80, ÜFE enflasyonunun ise yüzde 145 olduğu dikkate alınırsa, Türkiye’de kurdan enflasyona geçiş katsayısının oldukça yükseldiği ve geçiş süresinin de çok kısaldığı anlaşılmaktadır. Özellikle 2021 Aralık ve 2022 Ocak aylarındaki aylık enflasyonlar, döviz kuru değişiminin hızla fiyatlara yansıtıldığını göstermektedir. Uygulanmakta olan yeni stratejinin temel başarı koşulu enflasyonist bir süreç yaratmaması iken, ekonomi tekrar yüksek enflasyon ortamına girmiştir. Küresel emtia fiyatlarındaki yükseliş ve aşırı negatif reel faizlerinde etkisiyle döviz kurlarındaki artışlar, ekonomiyi enflasyonist bir kısır döngü içine sokmuş bulunmaktadır.

            Ekonomi yönetimi, “Yeni Ekonomi Modelinin” enflasyon ve cari açıktaki başarısızlığına rağmen, “düşük faiz” politikasını ısrarla sürdürmekte, ekonomideki döviz kıtlığını gidermek için çeşitli düzenlemeler yapmaktadır. Bu düzenlemelerin başında, kur korumalı mevduat (KKM), ihracat dövizlerinin TCMB’ye zorunlu devri, döviz fazlası olan firmaların ticari kredi kullanımlarına sınırlamalar gelmektedir.

            2021 Aralık ayında döviz kurlarındaki yükselişi önlemek için "Kur Korumalı Vadeli Türk Lirası Mevduat Hesabı (KKM)" sisteminin uygulamaya konulacağını açıklanmıştır. Türk lirasından kaçışı önlemek ve Türk lirası mevduat sahiplerine kur artışı kadar getiriyi garanti eden bu sistemin açıklanması döviz kurlarında istikrar sağlamıştır. Tasarruf sahipleri Türk lirası mevduat hesaplarından KKM sistemine geçerlerse, kur farkı ödemeleri Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından, döviz hesaplarından KKM sistemine geçerlerse TCMB tarafından ödenmektedir. TCMB, döviz/altın hesaplarından KKM sistemine dönüşler sayesinde döviz rezervlerini artırmayı da amaçlamaktadır. Başlangıçta sadece gerçek kişilerin yararlanacağı KKM sistemi, daha sonra tüzel kişilerin döviz/altın hesaplarından Türk lirasına dönüşleri içinde uygulamaya konulmuştur. Firmaların bu imkandan yararlanmalarını teşvik için kurumlar vergisinde değişiklik yapılarak, Türk lirasına geçen firmaların kambiyo karlarına kurumlar vergisi istisnası da getirilmiştir. Yurtdışında yerleşik vatandaşlar ve bunların şirketleri ile Türkiye’deki bankalarda hesap açabilen yabancılara da KKM sisteminden yararlanma hakkı tanınmıştır. Ayrıca KKM hesaplarından elde edilecek faiz ve kar payları için gelir vergisi stopaj oranı da sıfırlanmıştır.

            KKM uygulaması ile birlikte “yüksek kur” ve ekonominin rekabet gücü gibi kavramlar terkedilmiş, döviz kurlarında istikrar öne çıkmış bulunmaktadır. Nitekim KKM sisteminin devreye sokulması ile birlikte alınan ekonomik önlemlerin büyük bir kısmı, döviz kurlarının dizginlenmesine ve örtük kur hedeflemesine yöneliktir. Bu uygulamaları şu şekilde sıralayabiliriz; döviz rezervlerinin satılması, KKM sisteminin tüzel kişi firmalara yaygınlaştırılması, kur farkı gelirlerinin kurumlar vergisinden istisna edilmesi, Türk lirası faiz gelirlerinde gelir vergisi stopajının düşürülmesi, döviz mevduatlarındaki zorunlu karşılıkların artırılması ve ihracat gelirlerinin önce yüzde 25’inin, daha sonra yüzde 40’ının TCMB’ye satılma zorunluluğunun getirilmesi. Kredilerin döviz alımlarında kullanılmayacağına ilişkin düzenleme ve kontrollerin yapılması. [13]

            TCMB “Liralaşma Stratejisini” gündeme getirmiş ve Türk lirası mevduat ve kredilerin faiz, miktar ve kullanım alanları üzerinde TCMB etkisini artırarak döviz kurlarında istikrarı ve kontrolü sağlamayı amaçlamaktadır. TCMB reeskont kredisi ve yatırım taahhütlü avans kredisi uygulamasını yaygınlaştırmayı, kullandırdığı kredilerin Türk lirası cinsi harcama alanlarında kullanılmasını ve yabancı para talebi oluşturmamasını istemektedir. Ayrıca reel sektöre finansal sistem tarafından sağlanan kredilerin de belirlenmiş amaçlar çerçevesinde kullanılması gerektiği ifade edilmektedir.

            Döviz kurlarındaki hızlı yükselişi dizginlemek için geliştirilen KKM sistemi, tüm ekonominin döviz kurlarına karşı hassasiyetini artırmıştır. Mevcut DTH ve KKM düzeyi, döviz kuru hareketlerinin,  ekonomide ciddi sorunlar yaratma potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Yüksek dış borç, kamu iç borcunun önemli bir kısmının kura bağımlı olması, Kamu-Özel İşbirliği projelerine verilen döviz garantilerine ilave olarak KKM ile Türk lirası mevduat getirisinin de döviz kuruna endekslenmesi, ekonomide dolarizasyon düzeyinin daha da yükselmesine neden olmaktadır. Ekonomide neredeyse tüm fiyatlar ve getiriler döviz kurunun etkisi altına girmiştir. Döviz kuru hareketlerinin tüm ekonomiye ve kamu maliyesine olası maliyetleri de belirgin ölçüde yükselmiş bulunmaktadır.

             

            6. GENEL DEĞERLENDİRME

            1970’lerin sonlarından itibaren yüksek enflasyon ortamında yaşayan ve hiper enflasyona gidişi önlemek için sık, sık çeşitli programlar uygulayan Türkiye, 2001 yılında ağır bir ekonomik kriz yaşamıştır. Türkiye bu krizden çıkış için olağanüstü bir çaba göstermiş ve ekonomik ve siyasi maliyete katlanmıştır. Bugün 2001 krizi sonrasının en önemli kazanımı olan tek haneli enflasyon, “Yeni Ekonomi Modeli” ile tamamen ortadan kaldırılmış bulunmaktadır.

            Mevcut siyasi ortam ve ekonomi politika uygulamaları dikkate alındığında, düşük enflasyon ortamında fiyat istikrarının tekrar nasıl sağlanacağı en önemli sorunu oluşturmaktadır. Mevcut ortamda, ekonomik büyüme ve istihdam artışı devam ederken, finansal ve cari göstergeler ekonomide ciddi bir dengesizliğe işaret etmektedir. Temmuz ayı itibariyle yıllık TÜFE enflasyonu yüzde 80, ÜFE enflasyonu yüzde 145,  dolar kurundaki artış yüzde 102 ve konut fiyat artışı yüzde 160’ın üzerinde iken TCMB politika faizi yüzde 14, mevduat ve kredi faizleri ise yüzde 20 civarında bulunmaktadır.

            Enerji ve gıda ithal fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle dış ticaret hadlerinin aleyhe dönmesi, TCMB net rezervinin negatif olması, reel mevduat ve kredi faizlerindeki aşırı ölçüde negatife dönüşmesi ve döviz kıtlığına karşı alınan önlemler, 1980 öncesi dönemi hatırlatmaktadır. Türkiye 1980 öncesinde de aynı sorunlar ile karşılaşmış, liberal ekonomi politikalarının esas alındığı 24 Ocak kararları ile sorunu çözmeye çalışmıştır. 1980 öncesi dönemde sabit kur sistemi, katı kambiyo rejimi uygulaması, yaygın kamu girişimciliği ve kamu müdahalesi, bağımlı Merkez Bankası, ithal ikamesine dayalı sanayi stratejisi ile plana dayalı kalkınma politikaları uygulanmakta idi.

            24 Ocak Kararları ve 12 Eylül askeri yönetiminin oluşturduğu serbest piyasa ekonomisine dayalı sistem, mevcut iktidar döneminde tam liberal bir sisteme dönüştürülürken, planlama teşkilatını da ortadan kaldırılmıştı. Ancak bugün gelinen aşamada, kamu girişimciliği ve planlamanın tekrar ihtiyaç olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Küresel finansal kriz ve Covit-19 salgını kamu kesiminin düzenleyici ve denetleyici fonksiyonu yanı sıra planlama ve bazı temel mal ve hizmetlerde tedarikçi olma fonksiyonunu tekrar gündeme getirmiştir.

            Ekonominin finansal ve reel göstergelerinde ortaya çıkan bu dengesizliğin ve yüksek enflasyonun, bir inat uğruna indirilen TCMB politika faizinin tekrar yükseltilerek çözülmesi imkânı söz konusu değildir. Faiz politikasının rasyonelleştirilmesi yanı sıra ekonominin ve ekonomi yönetiminin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu çerçevede planlama teşkilatı yeniden oluşturulmalı, ekonomik ve sosyal politikaların tespit ve uygulanmasındaki rolü netleştirilmeli, gıda-tarım, enerji, savunma ve sağlık gibi stratejik alanlarda mal ve hizmet tedarikinde kamu ve kamu girişimciliğinin fonksiyonu artırılmalıdır. TCMB’nin fiyat istikrarı, finansal istikrar ve rekabet gücünün korunması alanındaki fonksiyonları yeniden gözden geçirilmelidir.

            Dünya ve Türkiye’de ki mevcut durum ve geleceğe yönelik eğilimler değerlendirildiğinde, mevcut sorunların giderilmesi ve sürdürülebilir ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanması için “Stratejik Amaç ve Hedeflerin” belirlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, düşük enflasyon ortamında büyümenin sağlanması, istihdamın artırılması, rekabet gücünün korunması, bölgesel gelişmenin sağlanması ve gelirin daha adil bölüşümünün sağlanması hedeflenmelidir.   

            Stratejik amaç ve hedeflerin gerçekleştirilmesi öncelikle kaynak sorununu gündeme getirmektedir. Mevcut ve ilave yaratılacak kaynakların ekonomide yeni dengesizliklere ve istikrarsızlığa yol açmaması (aşırı enflasyon ve borç yükü artışı gibi), kaynakların etkin ve verimli şekilde kullanılması ve uluslararası taahhütlere uyulması temel bir tercih olmalıdır.

Bugün, kısa vadeli ve ideolojik bir bakış açısıyla uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların, Türkiye’nin sorunlarını çözmek yerine yeni sorunlar yarattığı anlaşılmış bulunmaktadır. Sürdürülebilir bir kalkınma sürecinin başlatılabilmesi, vatandaşların kalıcı bir refaha kavuşabilmesi için, üzerinde uzlaşı sağlanmış topyekûn bir dönüşümü sağlayacak orta vadeli bir stratejiye ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede, ekonomide araçları tartışmaktan vazgeçip, temel amaçları ve bunların en etkin ve hızlı bir şekilde nasıl gerçekleştirilebileceği tartışılmalıdır. Toplumsal refahı artırabilmek için sunulacak hizmetlerin kamu eliyle mi özel kesim eliyle mi sağlanacağı tartışması anlamlı ve gerçekçi bulunmamaktadır. Önemli olan husus, temel amaçlara ulaşabilmek için gerekli hizmetlerin etkin, verimli, kaliteli ve uygun maliyetle sağlanması ve politika tercihlerinin bu ilkeler çerçevesinde belirlenmesidir. Temel mal ve hizmet tedariki sağlayacak olan kamu ve kamu girişimlerinin de bu temel ilkeye göre belirlenmesi ve buna göre örgütlenmesi sağlanmalıdır.

 

 

 



[1] Bu bölüm DPT tarafından hazırlanan 1977-1981 Yılları Programlarından yararlanılarak ve/veya doğrudan alınarak hazırlanmıştır.

[2] Bu bölümde yer alan kararlar, TCMB 1976-1977-1978 ve 1980 Yılı Raporlarının “ödemeler dengesi gelişmeleri” ile “kambiyo rejimi” bölümlerinden derlenmiştir.

[3] TCMB 1979 ve 1980 Yılı raporları

[4]Bu bölüm ekteki çalışmadan alınmıştır. “Zafer YÜKSELER, Türkiye’de Kriz Dönemlerinde Ekonomik Gelişmeler ve Ödemeler Dengesi Uyumu”, Temmuz 2009. https://www.researchgate.net/publication/259071157_TURKIYE'DE_KRIZ_DONEMLERINDE_EKONOMIK_GELISMELER_VE_ODEMELER_DENGESI_UYUMU?

 

[5] Bu konu için bakınız  “1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar, Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı Değerlendirmeler, DPT, 24 Temmuz 1990”.

[6] Kasım 2000, Şubat 2001 krizi ve güçlü ekonomiye geçiş programının özet değerlendirmesi için bakınız “TCMB, Para Politikası Raporu, Kasım 2001”.

[7] Bu konu için bakınız “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı-Hedefler, Politikalar ve Uygulamalar, Mayıs 2001, Hazine Müsteşarlığı”.

[8] Bu konu için bakınız “Zafer YÜKSELER, 2002-2006 Döneminde Döviz Kuru Dalgalanmaları: Nedenleri, Etkileri ve Politika Kararları, Kasım 2006, https://www.researchgate.net/publication/259073374_2002-2006_DONEMINDE_TURK_EKONOMISINDE_DOVIZ_KURU_DALGALANMALARI_NEDENLERI_ETKILER_VE_POLITIKA_KARARLARI?

 

[9] Zafer YÜKSELER, “Türkiye’nin Karşılaştırmalı Cari İşlemler Dengesi ve Rekabet Gücü Performansı (1997-2010 Dönemi), Haziran 2011”. http://tcmb.gov.tr

 

[10] Bakınız, ”Zafer YÜKSELER, TÜRKİYE’DE CARİ İŞLEMLER DENGESİ FAZLASI VE OLASI ETKİLERİ (Kriz Dönemleri ile Karşılaştırma)”2018. https://www.researchgate.net/publication/329358773_TURKIYE'DE_CARI_ISLEMLER_DENGESI_FAZLASI_VE_OLASI_ETKILERI_Kriz_Donemleri_ile_Karsilastirma?

[11] Zafer YÜKSELER, “Ekonomi Politikalarında Stratejik Değişim: Düşük Faiz-Yüksek Kur Politikası ve Olası Etkileri”, 1 Aralık 2021,     https://www.researchgate.net/publication/356666427_EKONOMI_POLITIKALARINDA_STRATEJIK_DEGISIM_DUSUK_FAIZ-YUKSEK_KUR_POLITIKASI_VE_OLASI_ETKILERI

[12] Hakan Kara ve Çağrı Sarıkaya, “Enflasyon Dinamiklerindeki Değişim, Döviz Kuru Geçişkenliği Güçleniyor mu?”, Ekonomik Araştırma Forumu Çalışma Raporu No:2121.

[13] Zafer YÜKSELER, “Yeni Model Arayışı-KKM, Liralaşma”, Ocak 2022.

https://www.academia.edu/69804514/YEN%C4%B0_MODEL_ARAYI%C5%9EI_KKM_L%C4%B0RALA%C5%9EMA

2024 Ocak-Mart Dönemi Konut Satışları

  2024 OCAK-MART DÖNEMİ KONUT SATIŞLARI (Zafer YÜKSELER, 18 Nisan 2024) Konut satışları Mart ayında %0,1, Ocak-Mart döneminde ise %1,3 o...