1980 KRİZİNE GİDEN SÜREÇ, KRİZLER VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’Sİ:
TARİH TEKERRÜR MÜ EDECEK?
(Zafer YÜKSELER, 18 Ağustos 2022)
1. GİRİŞ:
Bu çalışmanın amacı, 1980 krizine giden sürecin
incelenmesi ve bu süreçten günümüz için gerekli derslerin çıkartılmasına yardımcı
olmaktır. Çalışma, 1977-1981 dönemine ilişkin Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
tarafından hazırlanan “Yıllık Programlar” ile T.C.Merkez Bankasının (TCMB)
ilgili döneme ilişkin “Yıllık Raporlarının” özellikle genel ekonomik durum, ödemeler
dengesi ve kambiyo düzenlemelerine ait bölümlerinden yararlanılarak ve/veya doğrudan
alıntı yapılarak hazırlanmıştır.
TCMB’nın
“Yıllık Raporlarına”, Bankanın internet sitesinden ulaşma imkanı bulunurken,
DPT’nin bu dönemdeki “Yıllık Programlarına” ulaşmak oldukça çaba gerektirmiştir.
Bilindiği gibi DPT, önce Kalkınma Bakanlığına, sonra da Cumhurbaşkanlığı
Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na dönüştürülerek, fiilen kapatılmış
bulunmaktadır. Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Türkiye’nin iktisadi tarihini 1996
yılında başlattığından, önceki yıllara ait “Yıllık Programlara” internet
sitesinde yer vermemiştir. Bu nedenle, yıllık programlar resmi gazete arşivi
taranarak elde edilmiştir.
1970’li
yıllarda Türkiye, ekonomik ve kurumsal açıdan günümüze göre çok farklı bir
yapıya sahipti. 1961 Anayasası’nın geçerli olduğu bu dönemde, Anayasanın 129.
maddesinde “iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmanın plana göre
gerçekleştirileceği” ve bu amaçla “Devlet Planlama Teşkilatının
kurulacağı”hükmü yer almaktadır. 91 Sayılı Kanun ile kurulan Devlet Planlama
Teşkilatı “Yüksek Planlama Kurulu” ve “Merkez Teşkilatından” oluşmaktadır. “Ekonomik,
sosyal ve kültürel politikaların belirlenmesinde Bakanlar Kuruluna danışmanlık
yapmak, hazırlanan plan ve programların Bakanlar Kurluna sunulmadan önce incelenmesiyle”
görevli Yüksek Planlama Kurulu (YPK), siyasetçi ve teknisyenlerden oluşan karma
bir yapıya sahiptir. YPK, Başbakan veya Başbakan Yardımcısı, Bakanlar Kurulunca seçilecek üç Bakan,
Planlama Müsteşarı, İktisadi Planlama, Sosyal Planlama ve Koordinasyon Dairesi
Başkanlarından oluşmaktadır.
Bu
dönemde, ithal ikamesine dayalı sanayileşme politikası uygulanırken, kamu
kesimi ağırlıklı karma ekonomi modeli benimsenmiştir. Kalkınma planları kamu
kesimi için emredici özel kesim için yol gösterici niteliktedir. Kamu kesimi,
KİT’ler aracılığıyla ekonomide üretim ve yatırım açısından önemli bir ağırlığa
sahip iken, tarımsal destekleme politikalarıyla ürün fiyatlarının belirlenmesi
ve ürün alımlarında da belirleyici bir konuma sahiptir.
Sabit
kur politikasının uygulandığı bu dönemde, katı kontrollerin ve düzenlemelerin
olduğu bir kambiyo sistemi bulunmaktadır. Döviz kurunun belirlenmesi ve kambiyo
sistemine ilişkin tüm düzenlemeler Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu
çerçevesinde Maliye Bakanlığı tarafından yapılmakta, TCMB kararların
uygulayıcısı konumunda bulunmaktadır. Sermaye hareketlerine ilişkin, döviz
transferi, döviz girişi ve döviz bulundurulması katı şekilde kontrol edilirken,
ihracat ve ithalatta plan ve programlara göre düzenlenmekteydi. Mevduat ve
kredi faiz oranları para otoritelerince belirlenirken, bütçe açıkları,
KİT’lerin ve Tarım Satış Kooperatiflerin finansman ihtiyaçları Merkez Bankası
tarafından karşılanmaktaydı.
Çok
farklı ekonomik ve kurumsal yapının olduğu bu dönemde ekonominin karşılaştığı
sorunlar, günümüzde karşılaştığımız sorunlar ile çok büyük benzerlik
göstermektedir. Yetersiz döviz rezervi, yükselen enflasyon, negatif reel
faizler, enerji fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle bozulan dış ticaret hadleri
ve dış denge ile döviz kuruna ilişkin çok sık düzenleyici kararlar alınması,
temel benzerlikleri oluşturmaktadır.
2.
1980 YILI ÖNCESİ DÖNEMDE EKONOMİK
GELİŞMELER:[1]
Türkiye’nin
ekonomi tarihinde 1980 yılı özel bir yer tutmaktadır. 1980 öncesi ithal
ikamesine dayalı sanayileşme ve kalkınma politikaları, 1970’lerin ikinci
yarısında sorunlarla karşılaşmaya başlamıştır. Siyasi istikrarsızlığın
yoğunlaşması yanı sıra 1. ve 2. Petrol şoklarının ithalatı artırması, haşhaş
ekimi ve Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle ABD’nin ambargo uygulaması ekonomide
ödemeler dengesi ve enflasyon sorunlarını ağırlaştırmaya başlamıştır. Yüksek
büyüme hızlarının gerçekleştirildiği 1975 ve 1976 yıllarında, iç ve dış dengede
bozulma eğilimi belirginleşmiş ve fiyat artışları 1976 yılında hız kazanmıştır.
1980 öncesi
döneme ilişkin genel değerlendirmeler aşağıda yer alan temel büyüklükler
çerçevesinde yapılacaktır. 1980 öncesinde DPT yıllık programlarında iki sorun
sürekli ön plana çıkartılmıştır. Bunlardan ilki ödemeler dengesi-döviz kıtlığı
sorunu, diğeri de fiyat artışlarındaki yükseliştir. Bu nedenle, ödemeler
dengesi ve enflasyona ilişkin gelişmeleri daha ayrıntılı değerlendirebilmek
için ilave bilgiler de verilecektir.
Tablo:1- Temel Ekonomik Büyüklükler
|
1965-69 |
1971-76 |
1977 |
1978 |
1979 |
1980 |
1. GSYH Büyümesi (%) |
5,9 |
6,6 |
3,4 |
1,5 |
-0,6 |
-2,4 |
Sanayi |
11,2 |
9,4 |
6,6 |
3,1 |
-5,0 |
-3,6 |
2. Kişi Başı Gelir Büyümesi(%) |
3,3 |
4,0 |
1,3 |
-0,6 |
-2,7 |
-4,4 |
3. İşsizlik Oranı (%) |
4,6 |
7,3 |
10,0 |
10,1 |
8,9 |
8,6 |
4. S.SermayeYatırımı/GSYH(%) |
21,0 |
23,8 |
25,7 |
22,8 |
20,3 |
21,0 |
5. Kamu S.Sermaye Yat./Top.SSY(%) |
34,3 |
31,3 |
36,9 |
34,1 |
36,8 |
40,0 |
6. İhracat (Milyon $) |
502 |
1.295 |
1.753 |
2.288 |
2.261 |
2.910 |
7. İthalat (Milyon $) |
708 |
3.097 |
5.796 |
4.599 |
5.069 |
7.909 |
8. Dış Ticaret Dengesi (Milyon $) |
-206 |
-1.782 |
-4.043 |
-2.311 |
-2.808 |
-4.999 |
9. Cari İşlemler Dengesi(Milyon $) |
-160 |
-672 |
-3.140 |
-1.265 |
-1.413 |
-3.408 |
10.İhracat/GSYH (%) |
2,3 |
2,9 |
2,1 |
2,5 |
2,0 |
3,1 |
11.İthalat/GSYH (%) |
3,2 |
6,3 |
6,9 |
5,0 |
4,5 |
8,5 |
12.Dış Ticaret Dengesi/GSYH (%) |
-0,9 |
-3,4 |
-4,8 |
-2,5 |
-2,5 |
-5,4 |
13.Cari İşlemler Dengesi/GSYH (%) |
-0,7 |
-1,0 |
-3,8 |
-1,4 |
-1,3 |
-3,7 |
14.Döviz-Altın Rezervi (Milyon
$)(1) |
… |
1.480 |
630 |
711 |
706 |
1.209 |
15.Rezerv/İthalat (%) |
… |
47,8 |
10,9 |
15,5 |
13,9 |
15,3 |
16.Dolar Kuru (Ortalama, Eski TL) |
9,06 |
14,75 |
18,09 |
24,64 |
35,21 |
77,54 |
17.Bütçe Harcaması/GSYH (%) |
10,4 |
12,7 |
15,6 |
14,9 |
15,2 |
15,0 |
18.Bütçe Gelirleri/GSYH (%) |
10,1 |
12,0 |
12,4 |
13,8 |
12,9 |
12,7 |
Vergiler/GSYH |
7,2 |
9,7 |
11,1 |
10,9 |
10,3 |
10,4 |
19.GSYH Deflatörü(%) |
5,9 |
19,2 |
23,8 |
46,7 |
75,7 |
88,1 |
20.TEFE (%) |
6,2 |
18,3 |
24,1 |
52,6 |
63,9 |
107,2 |
21.TÜFE (Ankara Geçinme End.)(%) |
5,7 |
17,3 |
22,5 |
53,3 |
62,0 |
101,4 |
Kaynak: Zafer YÜKSELER, “1960-2021 Dönemi Temel Ekonomik
Büyüklükler, 8 Mart 2022. https://www.academia.edu/73298918/1960_2021_D%C3%B6nemi_Temel_Ekonomik_G%C3%B6stergeleri
(1) DPT, “1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar-Türkiye Ekonomisindeki
Gelişmelerin Analizi ve Bazı Değerlendirmeler”, 24 Temmuz 1990. 1971-76
değerleri 1973-76 dönemine aittir.
1977
Yılı Gelişmeleri:
1965-69
döneminde yüzde 5,9 olan GSYH ortalama büyüme hızı, 1971-76 döneminde yüzde
6,6’ya yükselmiştir (Tablo:1). Bu dönemde ortalama Toptan Eşya Fiyatları
Endeksi (TEFE) artış oranı da yüzde 6,2’den yüzde 18,3’e çıkmıştır.
Enflasyondaki yükseliş büyük ölçüde 1970 devalüasyonu ve 1.Petrol şokundan
kaynaklanmıştır. Ayrıca haşhaş ekimi ve Kıbrıs çıkarması nedeniyle ABD
tarafından uygulanan ambargolar da ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. 1977 yılında
büyüme hızı yavaşlarken, enflasyon hız kazanmış, ödemeler dengesi sorunları
ağırlaşmış ve döviz rezervleri ciddi ölçüde azalmıştır. 1977 yılında GSYH
büyüme hızı yüzde 3,4’e gerilemiş, TEFE artış oranı ise yüzde 24,1’e
yükselmiştir.
Son yıllarda
ihracattaki sınırlı artışa karşılık, büyüyen ekonominin artan ithalat ihtiyacı
ve ithal malları fiyatlarındaki yükseliş ithalatı artırırken, dış ticaret dengesinde
de ciddi bir bozulmaya neden olmuştur. 1971-76 döneminde yüzde 42 olan
ihracatın ithalatı karşılama oranı, 1977 yılında yüzde 30’a gerilemiş, dış
ticaret açığının GSYH’ya oranı da yüzde 3,4’ten yüzde 4,8’e çıkmıştır. İşçi
gelirlerindeki azalmanın da etkisiyle cari işlemler açığı yeniden ekonominin
başlıca sorunu haline gelmiştir. 1971-76 döneminde GSYH’nın yüzde 1’i civarında olan cari işlemler dengesi
açığı, 1977 yılında ithalattaki artış ve ihracattaki gerileme nedeniyle yüzde 3,8’e yükselmiştir.
Tablo:2- Ödemeler Dengesi (Milyon ABD Doları)
|
1976 |
1977 |
1978 |
1979 |
1980 |
CARİ İŞLEMLER DENGESİ |
-2.301 |
-3.232 |
-1.370 |
-1.108 |
-3.095 |
Dış Ticaret
Dengesi |
-3.169 |
-4.043 |
-2.311 |
-2.808 |
-4.990 |
İhracat |
1.960 |
1.753 |
2.288 |
2.261 |
2.910 |
İthalat |
-5.129 |
-5.796 |
-4.599 |
-5.069 |
-7.900 |
Görünmeyen
İşlemler |
853 |
772 |
929 |
1.689 |
1.886 |
Borç Faiz Ödemeleri |
-217 |
-369 |
-407 |
-546 |
-668 |
Turizm ve Dış Seyahat (Net) |
-27 |
20 |
146 |
179 |
210 |
İşçi Gelirler |
983 |
982 |
983 |
1.694 |
2.071 |
Kar Transferleri |
-83 |
-116 |
-47 |
-42 |
-47 |
Proje Kredileri Hizmet Ödemeleri |
-15 |
-60 |
-56 |
-65 |
-82 |
Diğer Görünmeyenler (Net) |
212 |
315 |
310 |
469 |
402 |
Nato
Enfrastrüktür |
15 |
39 |
12 |
11 |
18 |
SERMAYE HAREKETLERİ |
854 |
1.460 |
1.167 |
210 |
1.968 |
Dış Borç Ödemeleri (1) |
-119 |
-214 |
-266 |
-544 |
-575 |
Özel Yabancı Sermaye |
27 |
44 |
47 |
85 |
33 |
Bedelsiz İthalat |
135 |
102 |
120 |
124 |
95 |
Proje Kredileri (1) |
608 |
310 |
450 |
356 |
547 |
Program Kredileri (1) |
6 |
99 |
257 |
712 |
1.844 |
Diğer sermaye Hareketleri |
197 |
1.119 |
559 |
-523 |
24 |
GENEL DENGE |
-1.447 |
-1.772 |
-203 |
-898 |
-1.127 |
KISA VADELİ SERMAYE HAREKETLERİ |
1.895 |
1.762 |
421 |
194 |
216 |
ÖZEL ÇEKME HAKKI TAHSİSİ (ÖÇH) |
- |
- |
- |
27 |
27 |
IMF’DEN KULLANIM |
148 |
18 |
170 |
3 |
461 |
REZERV HAREKETİ (2) |
-148 |
568 |
-157 |
-111 |
-607 |
NET YANLIŞ VE EKSİK |
-448 |
-576 |
-231 |
785 |
1.030 |
Kaynak: TCMB 1981 Yılı Raporu..
NOT: O dönemdeki sınıflandırma esas alınmıştır. Ödemeler
dengesi verileri, Maliye Bakanlığı Ödemeler Dengesi Şubesi ve TCMB tarafından
hazırlanmaktadır. 1976 verisi TCMB 1980 Yılı Raporundan alınmıştır.
(1) Ertelemeler dahil değildir.
(2) Azalış (+), Artış (-).
Cari
açığın finansmanında Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) ve Kredi Mektuplu Döviz
Tevdiat Hesapları (KMDTH) gibi kısa vadeli kaynakların kullanımı ağırlık
kazanmıştır. Döviz rezervlerinin
ithalata oranı, yüzde 21’den yüzde 11’e gerilemiştir. Diğer bir ifade ile, 1976
yılında döviz rezervleri 2,5 aylık ithalatı karşılarken, bu değer 1977 yılında
1,3 aya gerilemiştir. İthalat için gerekli döviz transferlerindeki gecikmeler
ekonomin arz yönünde darboğaz oluşturmuştur. 1976 yılında bekleyen ithalat
transferleri 0,7 milyar dolar iken, 1977 yılında bu tutar 2,5 milyar dolara
yükselmiştir.
1978 Yılı Gelişmeleri:
1977
yılı sonlarında iktidara gelen yeni hükümet, gittikçe ağırlaşan ödemeler
dengesi sorununu hafifletmek amacıyla önlem almaya çaba göstermiştir. 1978 Yılı Programının hedefleri ve
dengeleri, esas olarak Türk Ekonomisinin içinde bulunduğu güçlükler göz önünde
tutularak saptanmaya çalışılmıştır. Türkiye ekonomisinin son yıllarda kısa
vadeli hedefleri gözeten bir biçimde yönetilmesi, yapısal sorunları daha da çarpıcı
bir hale getirmiştir. Bunun sonucu olarak, dış ticaret ve ödeme sorunları
büyümüş, çözümü güç boyutlara varmıştır. Bu nedenle, döviz girdilerini
artıracak ve döviz giderlerinde tasarruf sağlayacak politikaların ve
tedbirlerin uygulanması, 1978 yılının en öncelik taşıyan konularından birisini
oluşturmuştur.
1978
yılında ithalat, sınırlı döviz olanaklarını en etkin ve gerçekçi biçimde
kullanmak ve kısa vadeli dış borçları daha da artırmamak amacıyla kısıtlı
tutulmuştur. Ekonomide darboğaz yaratmayacak ölçüde ve zorunlu talebe yönelik
bir ithalat programının gerçekleştirilmesine çaba gösterilmiştir. Bu çabalar sonucunda III. Plan dönemi
başlarından beri giderek artan ödemeler dengesi açığı önemli ölçüde küçültülmüş
ve bunun ekonominin kaynak tahsisleri üzerindeki olumsuz etkileri
azaltılmıştır.
Yeni
hükümet ödemeler dengesi sorunlarını hafifletmek ve enflasyonla mücadele etmek
için bazı istikrar tedbirlerini yürürlüğe koymuş, kısa vadeli dış borçların
ertelenmesi için yoğun çaba sarfetmiştir. 1978 yılında ihracat önemli ölçüde
artırılırken, ithalat yüzde 20 azaltılmış ve ihracatın ithalatı karşılama oranı
yüzde 30’dan yüzde 50’ye yükseltilmiştir (Tablo:2). Mart 1978’de ABD dolarının
değeri yüzde 30 civarında artırılarak 25 liraya yükseltilmiş ve vergi iadelerinde
etkinlik sağlanarak ihracatta yüzde 30 artış sağlanmıştır. Böylece cari işlemler dengesi açığının
GSYH’ya oranı yüzde 3,8’den yüzde 1,4’e düşürülmüştür.
1978 yılı
Nisan ayında IMF ile anlaşma yapılmış ancak anlaşma şartları konusundaki uzlaşmazlık
nedeniyle yeterli kullanım yapılamamıştır. İki yıllık bir dönemi kapsayan ve
441 milyon dolar tutarındaki anlaşmadan, sadece 170 milyon dolar kredi
kullanılabilmiştir. Döviz rezervlerinin ithalata oranı yüzde 11’den yüzde 15’e
yükselmiş, kısa vadeli borçların bir kısmı ertelenirken, yeni finansman
imkanları da sağlanabilmiştir. OECD Konsorsiyumuna üye ülkeler ile diğer
ülkelere olan kısa vadeli yaklaşık 1,5 milyar dolarlık borç ertelenirken, bu
ülkeler ile finans kuruluşlarından 2,2 milyar dolarlık yeni finansman imkanı
sağlanmıştır (Tablo:3).
Bu gelişmelere karşın bekleyen ithalat transferleri artmaya devam etmiş ve 1977
yılında 2,5 milyar dolar olan bekleyen transfer tutarı 1978 yılında 2,9 milyar
dolara yükselmiştir.
Tablo:3. 1978-1979 Yıllarında Türkiye’ye Sağlanan Dış
Kaynaklar (Milyon ABD Doları)
|
Borç Erteleme |
Yeni Finansman(1) |
TOPLAM |
|||
1978 |
1979 |
1978 |
1979 |
1978 |
1979 |
|
A. OECD ÜLKELERİ |
1.034 |
1.100 |
569 |
980 |
1.603 |
2.080 |
B. DİĞER ÜLKELER |
496 |
- |
844 |
209 |
1.340 |
209 |
C. TOPLAM BANKALAR |
- |
2.929 |
560 |
1.173 |
560 |
4.102 |
IBRD |
- |
- |
357 |
306 |
357 |
306 |
IDA |
- |
- |
27 |
- |
27 |
- |
EIB |
- |
- |
8 |
70 |
8 |
70 |
Diğer Banka ve Fonlar |
- |
- |
168 |
797 |
168 |
797 |
DÇM |
- |
2.200 |
- |
- |
- |
2.200 |
Banker
Kredisi |
- |
429 |
- |
- |
- |
429 |
Üçüncü
Taraf Borçları (TPRC) |
- |
300 |
- |
- |
- |
300 |
D. DİĞERLERİ |
41 |
40 |
210 |
121 |
251 |
161 |
IFC |
- |
- |
10 |
31 |
10 |
31 |
IMF |
- |
- |
200 |
90 |
200 |
90 |
Diğer Kuruluşlar |
41 |
40 |
- |
- |
41 |
40 |
GENEL TOPLAM |
1.571 |
4.069 |
2.183 |
2.483 |
3.754 |
6.552 |
Kaynak: TCMB 1979 Yılı Raporu, DPT 1980 Yılı Programı.
(1)Program ve Proje kredileri.
1978
yılında ödemeler dengesinde sağlanan iyileşmeye karşın, dış girdilere aşırı bağlı olan ekonominin işlerliği, bu önlemlerden
olumsuz etkilenmiş ve ekonominin büyümesi yavaşlamıştır. 1977 yılında yüzde 3,4
olan GSYH büyüme hızı 1978 yılında yüzde 1,5’e gerilemiştir. 1978
yılında fiyatlar genel düzeyinde beklenilenin üzerinde artışlar olmuş, yapılan devalüasyonların etkisiyle 1977 yılında yüzde 24,1
olan enflasyon oranı 1978’de yüzde 52,6’ya çıkmıştır. Özellikle sanayi
hammaddeleri ve yarı mamulleri ile destekleme
ürün fiyatlarındaki artışlar bu yükselişte etkili olmuştur.
1979 Yılı Gelişmeleri:
1979 yılında
yaşanan 2.Petrol krizi, ödemeler dengesi ve döviz krizi sorununu daha da ağırlaştırmıştır.
Döviz rezervlerinin yetersizliği ithalat transferlerinde gecikmelere neden
olmuş, tayınlama konusu gündeme gelmiştir. Petrol fiyatlarındaki yükseliş ve
arzda yaşanan sorunlar, ekonomide ikili fiyat yapısının oluşmasına yol açmış ve
enflasyon yükselmiştir. Üretimi
ve yatırımları sınırlayan döviz darboğazı, dış ticaret hadlerindeki olumsuz
gelişmelerin de etkisiyle, gittikçe ağırlığını artıran bir sorun olmuştur. Bu
durum arzı kısıtlamış, enflasyonist baskıları yoğunlaştırmış ve ekonomide istikrarsızlığı
artırmıştır.
1978
yılında bazı şartların yerine getirilememesi nedeniyle askıya alınan IMF
anlaşması, 1979'da yeni
şartlarla yeniden düzenlemiştir. Temmuz 1979’da IMF ile yapılan bu anlaşma çerçevesinde 338 milyon dolar
kredi kullanımı yapılmıştır.1978 yılındaki 1,5 milyar dolarlık dış borç
ertelemesinin ardından, 1979 yılında da vadesi gelmiş 4,1 milyar dolar
tutarındaki kredi geri ödemesi ertelenmiş ve bunalımın daha da kritik boyutlara
ulaşması önlenmeye çalışılmıştır. 1979 yılında 2,2 milyar dolar tutarında DÇM,
0,5 milyar dolar tutarında banker kredilerinin ödemesi ertelenmiştir (Tablo:3).
Ayrıca başta OECD üyesi ülkeleri olmak üzere çeşitli ülke ve finans
kuruluşlarından 2,5 milyar dolar tutarında yeni finansman imkânı sağlanmıştır.
Uzun süreli ve yüksek oranlı
enflasyon sonucunda Türk Lirası'nın dış paralar karşısındaki değerinin yeniden
düzenlenmesi gereği doğmuştur. Mart
1978’de ABD dolarının değeri yüzde 30 civarında artırılarak 25 liraya
yükseltilmişti.
Nisan 1979'da da ABD dolarının TL değeri yüzde 6 oranında yeniden artırılmış,
10 Nisan - 9 Haziran arasında “yurtdışında kazanılan dövizler ile turist
dövizleri” için yüzde 40 oranında prim ile birer aylık sürelerle 10 ve 5
liralık Ek Primler uygulanmasına geçilmiştir. İki ay süreyle uygulanan Primli
Sistem'den sonra, Haziran 1979'da ABD Dolarının değeri, 35 TL’sına
yükseltilmiştir. Bu değerin ham petrol, petrol ürünleri ve gübre girdileri
ithalatıyla desteklemeye bağlı mallar için kullanılması öngörülmüş, bunlar
dışındaki mallar için de ithalat ve ihracatta 12,10 liralık prim alınması ya da
verilmesi kuralı getirilmiştir. Kur düzenlemesine paralel olarak ihracatta
vergi iade oranları da düşürülmüştür.
Döviz
giderlerinde tasarruf sağlamak amacıyla yurtdışına çıkışlar sınırlandırılmış,
yurtdışındaki işçilerin döviz tasarruflarını arttırmak |için işçi dövizleri
mevduatına uygulanan faiz oranı yükseltilmiş, ayrıca kredi açma imkânı getirilmiştir.
Ekonomiyi sınırlayan başlıca faktör olan döviz gelirlerinin üretimin ve
yatırımların önceliklerine göre kullanımını gerçekleştirmek için 1979'da ilk
kez döviz bütçesi uygulamasına başlanmış; yönetimi Maliye Bakanlığı, Devlet
Planlama Teşkilâtı ve TC. Merkez Bankasının koordinasyonunda, sürdürülmeye
çalışılmıştır.
Döviz
kullanımıyla ilgili olarak 1978 ve 1979'da yeni düzenlemeler yapılmıştır. Döviz
Pozisyonu tutma yetkisi bulunan bankaların ihracat dövizi girdilerinin yüzde 25'ini Merkez Bankasına devri ve geri
kalan döviz girdilerinin yüzde 50'sinin temel endüstriyel mallar ve petrol
ithalatında kullanılması kararlaştırılmıştı. Bu uygulama Merkez Bankasının
döviz gelirleri üzerindeki etkinliğinin sınırlı kalması nedeniyle Eylül 1979'da
değiştirilmiş ve oran ihracat karşılığı dövizler için yüzde 50'ye, diğer döviz
girdileri için yüzde 75'e yükseltilmiştir.
Döviz
kıtlığının giderilmesi ve ekonominin ihtiyaç duyduğu döviz talebinin
karşılanması için yapılan tüm bu düzenlemeler sonucunda, 1977 yılında 4 milyar
dolar olan, 1978 yılında 2,3 milyar dolara gerileyen dış ticaret açığı 1979’da
2,8 milyar dolar olmuştur. GSYH’ya oran olarak bakıldığında, 1979 yılında
ihracat ve ithalatın GSYH’ya oranı gerilerken, dış ticaret açığının oranı yüzde
2,5 civarında gerçekleşmiştir. İşçi döviz gelirlerindeki artışın etkisiyle,
cari işlemler dengesi açığının GSYH’ya oranı ise yüzde 1,3’e gerilemiştir
(Tablo:1 ve 2).
Tablo:4- Cari ve Sabit Fiyatlarla Dış Ticaret (Milyon
Dolar)
|
1976 |
1977 |
1978 |
1979 |
1980 |
A. CARİ FİYATLARLA |
|
|
|
|
|
1. İthalat |
5.129 |
5.796 |
4.599 |
5.060 |
7.900 |
Petrol |
1.106 |
1.436 |
1.396 |
1.712 |
2.990 |
Petrol Dışı |
4.023 |
4.360 |
3.203 |
3.357 |
4.910 |
2. İhracat |
1.960 |
1.753 |
2.288 |
2.261 |
2.910 |
3. Dış
Ticaret Dengesi |
-3.169 |
-4.043 |
-2.311 |
-2.799 |
-4.990 |
B. 1968 FİYATLARIYLA |
|
|
|
|
|
1. İthalat |
2.117 |
2.111 |
1.471 |
1.316 |
1.564 |
Petrol |
283 |
265 |
252 |
219 |
239 |
Petrol Dışı |
1.884 |
1.846 |
1.219 |
1.019 |
1.325 |
2. İhracat |
991 |
830 |
1.004 |
809 |
883 |
3. Dış
Ticaret Dengesi |
-1.126 |
-1.281 |
-467 |
-507 |
-681 |
C. İhracat/İthalat (%) |
|
|
|
|
|
Cari Fiyatlarla |
38,2 |
30,2 |
49,7 |
44,7 |
36,8 |
1968 Fiyatlarıyla |
46,8 |
39,3 |
68,3 |
61,5 |
56,5 |
D. Petrol İthalatı/Toplam İhracat (Cari Fiy,%) |
56,4 |
81,9 |
61,0 |
75,7 |
102,7 |
Kaynak:
DPT, 1981 Yılı Programı Tablo:58’den alınmıştır.
Döviz
kıtlığına karşı alınan tedbirlerin etkileri, 1978 ve 1979 yıllarında cari ve
sabit fiyatlarla dış ticaret verileri incelendiğinde açık olarak görülmektedir
(Tablo:4). Türkiye’de hem döviz kıtlığı hem de enflasyonun yükselmesinde,
uygulanmakta olan ithal ikamesi politikası ve genişlemeci politikalar yanı sıra,
1973'lerden bu yana petrol fiyatlarının artması ve bunun giderek diğer ithal
mallarının fiyatlarına yansımasının da etkili olduğu görülmektedir. Dış ticaret
hadlerinin hızla bozulması Türkiye'yi dış kaynak sorunu ile karşı karşıya
getirmiştir. Nitekim 1971 - 1973 arasında dış ticaret açığı yılda ortalama 650
milyon dolar iken, bu açık 1977'de 4 milyar dolara sıçramıştır. Açığın büyük
bir kısmı dış ticaret hadlerinin aleyhe dönmesinden kaynaklanmıştır. 1979
yılında cari fiyatlarla 2.799 milyon dolar olan dış ticaret açığı, 1968
fiyatlarıyla 507 milyon dolar olmaktadır (Tablo:4).
Türkiye
1978 öncesinde, işçi dövizlerindeki artışlar ve kısa vadeli borçlanmalarla,
olumsuz dış ticaret hadleri sonucu azalan reel dış kaynakları ikame etmiştir.
Böylece dışarıdan kaynaklanan enflasyonun hem yurtiçi fiyat artışlarına olan
etkisi giderilmiş, hem de yüksek büyüme oranları devam ettirilmiştir. Ancak, kısa
dönemli borçlanmaların 1978-1979 döneminde devamlılığı sağlanamamış, döviz
kıtlığı ve enflasyon sorunu ağırlaşmıştır.
1977
ve sonrasında yaşanan yüksek enflasyon, dış ödeme güçlükleri, kur ayarlamaları,
enerji dar boğazı ile tarımsal destekleme ve KİT fiyat politikalarından
etkilenmiştir. Üretilen mal ve hizmetlerin maliyetlerinde artış olurken,
KİT satış fiyatlarının uzun süre sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerle sabit
tutulması, fiyat artırım kararlarının zamanında yürürlüğe konulmaması suni mal
darlıklarına ve karaborsa fiyatlarının oluşmasına sebep olmuştur. Ayrıca kamu
açıkları büyümüş ve Merkez Bankası kaynaklarına, giderek artan oranlarda
başvurulmuştur.
1978
yılında yüzde 52, 6 olan ortalama toptan eşya fiyatları endeksi artış oranı,
1979 yılında yüzde 63,9’a yükselmiştir. Yılsonu itibariyle yıllık enflasyon ise
yüzde 48,7’den, 1979 yılında yüzde 81,4’e sıçramıştır (Tablo:5). 1979 yılında Ankara Geçinme Endeksi (TÜFE) yıllık
ortalama artışı yüzde 62, yıl sonu artışı ise yüzde 71,7 olmuştur.
Tablo:5- ENFLASYON
(Ticaret Bakanlığı, Yüzde)
|
1976 |
1977 |
1978 |
1979 |
1980 |
TOPTAN EŞYA FİYATLARI (1963=100) |
|
|
|
|
|
Yıllık Ortalama |
15,6 |
24,1 |
52,6 |
63,9 |
107,2 |
Yılsonu |
19,1 |
36,1 |
48,7 |
81,4 |
94,6 |
ANKARA GEÇİNME ENDEKSİ (1963=100) |
|
|
|
|
|
Yıllık Ortalama |
16,4 |
22,5 |
53,3 |
62,0 |
101,4 |
Yılsonu |
14,1 |
42,3 |
52,0 |
71,7 |
86,6 |
İSTANBUL GEÇİNME ENDEKSİ (1963=100) |
|
|
|
|
|
Yıllık Ortalama |
17,4 |
26,0 |
61,9 |
63,5 |
94,3 |
Yılsonu |
19,3 |
46,8 |
54,0 |
81,8 |
75,1 |
Kaynak: TCMB 1979 ve 1980 Yılı
Raporları.
Dış kaynak
sorununun alınan tedbirlere rağmen devam etmesi ve enflasyondaki hızlanma, GSYH
büyümesini de olumsuz etkilemiştir. 1979 yılında sanayi katma değeri yüzde 5,
GSYH ise yüzde 0,6 oranında gerilemiştir. 1978 yılında yüzde 0,6 gerileme
gösteren kişi başı gelir ise yüzde 2,7 oranında azalış göstermiştir.
12 Kasım
1979 tarihinde Hükümet, ara seçim sonuçlarındaki başarısızlık nedeniyle istifa
etmiştir. Ekonomi politikalarında 24 Ocak 1980 Kararlarıyla radikal değişim
yapılmıştır.
3. 1980 ÖNCESİNDE ÖDEMELER DENGESİ VE DÖVİZ
SORUNU İÇİN ALINAN BAŞLICA KARARLAR: [2]
Ekonomi
politikalarında radikal değişimlerin yaşandığı 24 Ocak 1980 Kararlarına kadar
olan dönem, siyasi açıdan oldukça istikrarsız bir dönemdir. 1977-1980
döneminde, azınlık ve koalisyon olmak üzere beş hükümet görev yapmıştır.
Aşağıdaki tabloda hükümetler ve görev sürelerine ilişkin bilgiler yer
almaktadır. 1980 öncesi dönemdeki ekonomik gelişmeleri ve alınan ekonomik
kararları değerlendirirken, farklı siyasi görüşlere sahip olan bu hükümetlerin
özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Tablo:6- Hükümetler ve Görev Süreleri
|
Başbakan |
Görev Süresi |
Yapısı |
Açıklama |
39.Hükümet |
S.DEMİREL |
31 Mart 1975-21 Haziran 1977 |
Koalisyon |
I.Milliyetçi Cephe Hükümeti |
40.Hükümet |
B.ECEVİT |
21 Haziran 1977-21 Temmuz 1977 |
Azınlık |
|
41.Hükümet |
S.DEMİREL |
21 Temmuz 1977-5 Ocak 1978 |
Koalisyon |
II.Milliyetci Cephe Hükümeti |
42.Hükümet |
B.ECEVİT |
5 Ocak 1978-12 Kasım 1979 |
|
|
43.Hükümet |
S.DEMİREL |
12 Kasım 1979-12 Eylül 1980 |
Azınlık |
MSP ve MHP destekliyor |
Ödemeler
dengesi, Türk ekonomisinde her dönemde sorunlu alanların başında gelmektedir.
Ancak, 1970’lerde yaşanan ham petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışlar, siyasi
istikrarsızlık ve ABD ambargosu, 1980 öncesinde ödemeler dengesi ve döviz
sorunu akut hale gelmiştir. Döviz kıtlığı mal arzını olumsuz etkileyerek,
karaborsa ve mal kıtlığı ile birlikte
enflasyonda da yükselişe yol açmıştır. Hükümetler ödemeler dengesi ve
döviz sorununu çözmek veya kısa vadeli politika uygulamalarının yarattığı
sorunları gidermek için çeşitli kararlar almışlardır. Alınan kararların
başlıcaları aşağıda özetlenmektedir.
DÖVİZE ÇEVRİLEBİLİR MEVDUAT (DÇM):
·
Yurt dışında mukim kişilerin
Türkiye’de bankalarda Dövize Çevrilebilir Mevduat Hesabı açtırmalarına yönelik
ilk uygulama 1967 Haziran ayında başlatılmış ve 1972 yılı sonuna kadar
sürdürülmüştür. Mayıs 1975’te yayınlanan 145 sayılı Tebliğ ile DÇM yeniden uygulamaya
konulmuştur. Bu hesaplara Avrupa Para Piyasasında bu tür mevduata verilmekte
olan faizin % 1,75 fazlasına kadar faiz verilmesi kararlaştırılmıştır. 1976
sonunda DÇM bakiyesi 1.780 milyon dolara ulaşmıştır.
· 1 Mart 1977 tarihinde yapılan düzenleme ile DÇM
hesaplarını açma kolaylaştırılmış, DÇM karşılığı verilecek krediler yeni
esaslara bağlanmış ve DÇM’nin vadesine göre değişken faiz uygulaması
getirilmiştir. 4 Nisan 1977’de yayınlanan bir tebliğ ile 5 milyon dolar veya
muadili konvertibl dövizden
· az olmamak
kaydıyla, hariçteki bankaların açtıracakları 2 yıl ve daha uzun vadeli DÇM
hesaplarının TCMB mevduat munzam karşılığına tabi tutulmaması öngörülmüştür. 1
Ekim 1977’de yayımlanan bir tebliğ ile, hariçte mukim kişilerce 3-5 yıl ve daha
uzun vadeyle açtırılacak DÇM hesaplarının % 30-50 arasındaki kısımlarının,
Türkiye’deki firmaların ithalat bedellerinin ve sair ödemelerinin transferinde
kullanılması sistemi getirilmiştir. DÇM’nin 1977 yılı sonu bakiyesi 1.978
milyon dolara ulaşmıştır.
· 16 Şubat 1978 tarihinde Maliye Bakanlığınca yayımlanan
tebliğ ile DÇM hesaplarının açılması ve kullanımı yöntemleri yeniden
düzenlenmiş, “Türkiye’de mukimler” terimi “yurtdışında çalışanlar”şeklinde
değiştirilerek Türkiye’de mukimlerin açacakları DÇM hesaplarına bazı kısıtlamalar
getirilmiştir. 25 Nisan 1978’de yayınlanan bir tebliğ ile de, bu tarihten sonra
açıklacak veya uzatılacak hariçte mukimlere ait DÇM hesaplarına 28 Şubat 1978
tarihinde geçerli döviz alış kurlarının uygulanacağı ve kur farklarının hesabın
tasfiyesine değin Merkez Bankasında tutulacağı hükmü getirilmiştir.
·
Hariçte
mukim tüzel kişiler adına açılmış olup taksit vadeleri 1 Ocak 1981 tarihinden
önce gelmiş veya gelecek olan Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat
Hesaplarının ne şekilde tasfiye olunacağı 28.8.1979 gün ve 16738 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 17 sayılı karara ek
kararla açıklanmıştır. Anılan Kararla. T.C Merkez Bankası Dövize Çevrilebilir
Türk Lirası Mevduat Hesaplarını üstlenmeye ve bu hesapları tasfiye amacıyla
anlaşmalar yapmaya yetkili kılınmış olup, söz konusu anlaşmalardan doğacak mali
yükümlülüklerin tamamı Maliye Bakanlığı’nca garanti edilmiştir. Ertelemeye
katılmak istemeyen hariçte mukim Dövize Çevrilebilir Türk Lirası Mevduat Hesabı
sahibi tüzel kişilere, bu karar çerçevesinde imzalanacak Erteleme Anlaşması
koşullarından daha iyi koşullarla geri ödeme yapılamayacağı da hükme
bağlanmıştır.
KREDİ MEKTUPLU DÖVİZ TEVDİAT HESABI (KMDTH):
·
Merkez
Bankası yurt dışında çalışan vatandaşların tasarruf ettikleri dövizlerin
değerlendirilmesi için “Kredi Mektuplu Döviz Tevdiat Hesabı” adı altında bir
uygulama başlatmıştır. Bu amaçla 17 Mayıs 1976 tarihinde Alman Dresdner Bank
A.G. ile bir anlaşma yapılmış ve Frankfurt’ta temsilcilik açılmıştır. Ayrıca,
Almanya’da çalışan vatandaşların daha fazla yararlanabilmeleri için Alman Posta
İdaresi ile de anlaşma imzalanmıştır. KMDTH’da biriken tutarlar 1979 yılı sonunda
344 milyon dolara ulaşmıştır.
KUR GARANTİSİ:
· Maliye
Bakanlığı, Türk Parası Kıymetini Koruma
Mevzuatına göre dışarıdan sağlanan ayni ve nakdi özel dış kedilerle ilgili 14
Eylül 1976 tarihinde yayınlamış olduğu bir tebliğ ile bu kredilerin anaparalarının
geri ödenmesi sırasında, kredinin borçlanıldığı tarihteki kurların esas
alınmasını öngören kur garantisi getirmiştir.
· Maliye Bakanlığı
16 Mart 1977 tarihinde yayınladığı bir tebliğle bu tür kredilerin faiz oranları
yeniden belirlenmiş ve değişken faiz uygulaması sistemi getirilmiştir.
· Maliye
Bakanlığı, 14 Eylül 1976 tarihli tebliğle getirilen kur garantisi uygulamasını
31 Aralık 1977 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Özel kaynaklı dış kredi
kararnamesinin yayınlanmasından 1977 yılı sonuna kadar yurda gelen nakdi kredi
toplamı 280 milyon dolar, ayni krediler için Maliye Bakanlığı tarafından verilen
izinler toplamı ise 469 milyon dolardır.
DEVALÜASYON,
PRİMLİ VE KATLI KUR UYGULAMALARI:
· 1977 yılı içinde 1 Mart ve 21 Eylül tarihlerinde doların
paritesinin iki kez değiştirilmesi üzerine Merkez Bankası dış piyasalardaki
gelişmeleri de dikkate alark doların ve diğer bazı paraların Türk lirası
cinsinden alış ve satış fiyatlarını tespit etmiştir.
· Maliye Bakanlığı’nın 1 Mart 1978 tarihli tebliği ile 1 ABD
dolarının değeri 25 liraya yükseltilmiştir. Merkez Bankası alım-satım konusu
yapılan döviz ve efektiflerin kurlarını buna göre yeniden belirlemiştir.
· Maliye Bakanlığı 10 Nisan 1979 tarihinde yaynladığı tebliğ
ile 1 ABD dolarının değerini 26,50 Türk lirası olarak belirlemiştir.
· Ayrıca yurtdışında çalışanların gönderecekleri dövizler
ile bozduracakları efektiflere (yurda getirilmesi zorunlu olmayanlar dahil) ve
turistik amaçla döviz ve efektif alışlarına yüzde 40 oranında prim ödenmesi ve
anılan tebliğin yayımı tarihinden itibaren 1 ay içerisinde dolar bazına göre 10
TL, onu izleyen 1 ay içerisinde 5 TL prim ödenmesi esası uygulamaya
konulmuştur.
· 12 Haziran 1979 tarihinde yayınlanan 7/17597 sayılı
kararla, 1 ABD dolarının değeri 35 TL olarak belirlenmiştir.
· 7/17597 sayılı kararın 1-b maddesinde belirtilenlerin
dışında kalan malların ithalat ve ihracatlarına 1 ABD doları için 12,10 TL prim
ödenmesi ya da alınması,
· Dış Seyahat Harcamaları vergisine konu olan döviz
satışlarında 1 ABD dolarının 32,03 TL olması, bu satışlardan ayrıca yüzde 50 vergi
tahsil edilmesi uygulaması getirilmiştir.
· Türk Parasını Koruma Hakkındaki 25 sayılı Karara göre, 1
ABD dolarının değeri 25 Ocak 1980 tarihinden itibaren 70 TL’sına yükseltilmesi
kararlaştırılmıştır. Gübre ve gübre üreticileri tarafından kullanılan gübre
hammaddeleri ile zirai ilaç için 1 ABD doları 55 TL, işçi dövizleri ve seyahat
harcamaları için dolar kuru 70 TL olarak tespit edilmiştir. Uluslararası para
piyasalarındaki gelişmeler dikkate alınarak, alım ve satımı yapılan döviz
kurları yılsonuna kadar 16 kez değiştirilmiştir.
İHRACAT GELİRLERİNİN TCMB’YE DEVRİ (Zorunlu Döviz Devri):
· Döviz pozisyonu tutmaya yetkili olan bankaların, ithalat
bedellerini kendi döviz mevcutlarından serbestçe karşılayabilmeleri 1976
yılında bir ölçüde kayıtlanmış ve Merkez Bankasından izin alma zorunluluğu
getirilmiştir.
· Döviz pozisyonu tutma yetkisine sahip bankaların
dövizlerini kullanabilme olanakları 1977 yılında çıkartılan tebliğlerle
kısıtlanmış ve ancak Maliye Bakanlığı’nca tespit edilecek mallarla ilgili
ödemelerle kullanabilecekleri hükme bağlanmıştır.
· Döviz pozisyonu tutan bankaların dışsatım bedellerinden
sağladıkları dövizlerden Merkez Bankasına devretmek zorunda oldukları % 25’ler
dışında kalan tüm döviz girişlerinin en az yarısının, petrol ve bazı petrol
ürünleri ile gübre ve gübre hammaddesi ödemelerinde kullandırılması kararlaştırılmıştır.
· Döviz pozisyonu tutma yetkisi verilen bankaların,
ürünlerini dışarıya veya yurt içinde yabancılara satan veya gümrük yönetmeliklerine göre geçici
kabul işlemi yapan sanayici ve madencilerden sağladıkları dövizlerin en az
yüzde 50’sini, diğer şekilde sağlanan tüm döviz ve efektif girdilerinin en az
yüzde 75’ini, hesaplarına girişlerini izleyen 10 gün içinde Merkez bankasına
devretmeleri zorunluluğu getirilmiştir.
BEDELSİZ
İTHALAT:
·
5 Ekim 1977 tarihinde yayınlanan
tebliğ ile işçi, serbest meslek sahibi ve müstakil iş sahibi kişilerin bedelsiz
ithalatı döviz hesaplarına bağlanmış ve otomobil ithalatında gümrük vergi ve
resimlerinin döviz bozdurulmak suretiyle ödenmesi esası getirilmiştir. Ayrıca
mesleki alet ve makinaların da yeni ve kullanılmamış olması şartı konulmuştur.
·
28 Temmuz 1978 tarihinde bedelsiz
ithalat tebliğine yapılan ek tebliğ ile, Türkiye’deki fabrikalar tarafından
üretilen otomobil, biçerdöver, minibüs, traktör, sınai traktör, otobüs, kamyon
ve kamyonetlerin yurtdışında çalışan işçi, serbest meslek sahibi ve müstakil iş
sahibi vatandaşlara döviz bozdurularak sıra beklemeden satılması imkanı
sağlanmıştır. 18 nolu bu tebliğin 6 ay yürürlükte kalması öngörülmüş ve kapsama
Türkiye’deki yabancılar ile Türkiye’nin yurt dışındaki geçici ve daimi görevli
memurları da dahil edilmiştir.
·
Otomobil dışalımı için bozdurulan dövizlerin %
50’sinin ve diğer yerli araçlar için bozdurulan dövizlerin % 75’inin bu
araçları üreten sınai kuruluşlar ile yan sanayi kuruluşları tarafından yapılacak
ithalat transferlerinde kullanılması olanağı sağlanmıştır.
·
Sıra beklemeksizin yurtiçinden
otomobil ve diğer ulaşım araçları alma imkanı tanıyan 18 nolu tebliğin süresi
daha sonra bir kaç kez uzatılmış ve 31 Aralık 1979 tarihinde tamamen
kaldırılmıştır. Bu araçların satışından elde edilen dövizin % 75’i üretici
kuruluşlar ve yan sanayi kuruluşlarına tahsis edilmiştir.
·
Yurtdışında inşaat ve montaj işleri
üstlenen kuruluışlarda çalışan işçilerin yurtdışında elde edecekleri aylık
gelirlerinin yüzde 30’unu Türkiye’ye transfer etmeleri gerekmektedir. Söz
konusu bu dövizler karşılığı işçilere bedelsiz ithalattan yararlanma olnağı
sağlanmıştır.
·
1976-1979 döneminde bedelsiz ithalat
kapsamında 454 milyon dolar tutarında ithalat yapılmış ve 61.124 otomobil ithal
edilmiştir.
DIŞ BORÇ ERTELEMELERİ:[3]
Dış borç ertelemelerine ilişkin
rakamsal bilgiler Tablo:4’te yer almaktadır.
a. Garanti Edilmiş Ticari Borçların Ertelenmesi:
20 Mayıs 1978 ve 25 Temmuz 1979 tarihlerinde OECD Konsorsiyumuna üye ülkeler ve
Japonya ile imzalanan anlaşma kapsamında borçların ertelenmesine ilişkin
çerçeve anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ve diğer ikili anlaşmalarla, 1,2
milyar dolayında dış borç ertelenmiştir.
b. Uluslararası Bankalara Yönelik Borç
Ertelemeleri:
·
DÇM Ertelemesi: 28 Ağustos 1979 tarihinde Resmi gazetede yayınlanan bir kararla toplam
2,2 milyar dolar dolayındaki DÇM borcu TCMB borcuna dönüştürülmüştür. DÇM borcu
3 yılı ödemesiz olarak 7 yıl ertelenmiştir. Faiz oranı 6 aylık LIBOR üzerine
yüzde 1,75 ek faiz eklenmek suretiyle tespit edilmiş, ayrıca isteyen
alacaklılara sabit faiz seçme hakkı tanınmıştır.
·
Banker Kredileri: 26 Eylül 1979 tarihinde yürürlüğe giren anlaşma ile 429 milyon dolar
tutarındaki banker kredileri, 3 yılı ödemesiz 7 yıl ertelenmiştir. Erteleme
süresinde 6 aylık LIBOR üzerine yüzde 1,75 ek faiz ödemesi kararlaştırılmıştır.
·
Üçüncü Taraf Borçları: Bu borçlar, Türk bankaları tarafından açtırılan akredifler
için gerekli karşılıkların oluşturulamamasından kaynaklanmıştır. 300 milyon
dolar dolayında olan bu borçların 3 yıl süreyle ertelenmesi için bir program
hazırlanması ve alacaklı bankalarla ikili anlaşmalar yapılması
kararlaştırılmıştır.
c. Garantisiz Ticari Borçların Ertelenmesi:
Türkiye’nin garantisiz ticari borçlarının tasfiyesine ilişkin olarak 25 Ocak
1980 tarihinde yayınlanan kararla, bu tasfiye işlemlerinin yetkili bankalarla
yürütümesi öngörülmüştür. Daha sonra 30 Mayıs 1980 tarihinde alınan 8/911
satılı kararla tasfiye işlemlerinin TCMB tarafından yürütülmesi hükme
bağlanmıştır. 1980 yılında, 31 Aralık 1979 tarihine kadar fiilen ithal edilmiş
ancak bedelleri ödenememiş garantisiz ticari borçların tasfiyesine başlanmış ve
alacaklılara Türk lirası ile veya döviz ile ödeme şekli olarak iki seçenek
sunulmuştur.Döviz ile ödeme şeklini seçenlerin borcunun, 4,5 yılı ödemesiz
toplam 10 yıl içinde ödenmesi kararlaştırılmıştır. 31 Aralık 1980 tarihi
itibariyle Türk lirası ödemeyi kabul edenlere, 355 milyon dolar karşılığı Türk
lirası ödeme yapılmıştır.
4. TÜRKİYE’DE KRİZ DÖNEMLERİNE KISA BİR
BAKIŞ:[4]
Türkiye,
1970’li yılların başlarında olumlu dünya konjonktürü ve 1970 devalüasyonunun
ödemeler dengesinde sağladığı katkıdan yararlanarak, ithal ikamesine dayalı
yüksek büyüme hızlarını sürdürebilmiştir. 1973 -1974 petrol krizi sonrası dış
ticaret hadlerinin sürekli olarak gerilemesi, haşhaş ekimi ve Kıbrıs Barış
Harekatı nedeniyle Türkiye'ye yönelik ABD ambargosu ve dış kısıtlamalar,
ödemeler dengesi problemini de beraberinde getirmiştir. Değişen dış koşullarla
uyumlu ekonomi politikaları iç politik istikrarsızlık nedeniyle
uygulanamamıştır.
Ekonomi
yönetimleri önce mevcut rezervleri kullanmış, daha sonra kısa vadeli dış
borçlanmanın arttırılması yoluna gitmişlerdir. Rezerv kullanımı ve borçlanma
yoluyla sağlanan dış kaynak imkânı devam ettiği sürece mevcut politikalar
sürdürülmüş ve izlenen bu politikaların enflasyonist etkisi dengelenebilmiştir.
Nitekim 1975 ve 1976 yıllarında yüksek büyüme hızı sağlanırken, enflasyon
genelde kontrol altında tutulabilmiştir. Ancak bir yandan geçici döviz
kaynaklarının azalması, diğer yandan genişlemeci politikanın dozunun
artırılması ve iç politik istirarsızlığın artması, 1977 yılından itibaren enflasyonist baskının hızla açığa çıkmasına
ve ödemeler dengesindeki sorunların daha da ağırlaşmasına yol açmıştır.
1978-1979
yıllarında olumsuz ekonomik gidişi önlemek amacıyla istikrar tedbirleri
yürürlüğe konulmuştur. Bu çerçevede, kısa vadeli dış borçlar ertelenmiş, döviz
kuru ayarlamaları yapılmış, ithalat artışı kontrol altına alınırken, ihracat ve
işçi döviz girişleri artırılmaya çalışılmıştır. 1979 yılında 2. Petrol şokunun
yaşanması ve ekonominin yüksek ithal bağımlılığı, dış finansman ihtiyacını
artırmıştır. Artan dış finansman ihtiyacının yeterince karşılanamaması, hayati ithal maddelerinde kıtlıklara yol
açmış, üretim yavaşlamış, ikili fiyatlar ve karaborsa oluşmuştur.
1979
yılı sonlarında iktidara gelen hükümet, 24 Ocak 1980 tarihinde yeni bir
istikrar programı yürürlüğe koymuştur. Programın temel amacı, 1980 yılında
öncelikle enflasyonist gidişi kontrol altına almak, dış kaynak açığını
kapatmak, üretimi engelleyen kıtlıkları ve mal arzındaki sorunları gidermek ve
ekonomiyi yeniden işler hale getirmektir. İstikrar programı çerçevesinde
fiyatların idari kararlarla tespiti esası terkedilmiş, KİT’ler tarafından
üretilen temel mal ve hizmet kapsamı daraltılmış ve temel mal ve hizmet kapsamı
dışında kalan ürünlerin fiyatlarının serbestçe tespiti ilkesi getirilmiştir. Türk
parasının değerinde yüksek oranlı bir ayarlama yapılmış, ABD dolarının değeri
47,1 liradan 70 liraya yükseltilmiştir. İhracatta rekabet gücünü koruyacak
şekilde kur ayarlamaları devam etmiş, bankaların ve ihracatçıların kullanımına
bırakılan döviz miktarları artırılmış, ihracat ve yatırımlar teşvik edilmiştir.
İthal ikamesi politikası yerine ihracat öncelikli ekonomi politikaları
benimsenmiştir.
24
Ocak Kararlarının yetersiz kaldığı vergi, kamu maliyesi ve ücret-istihdam
alanına ilişkin politikalar, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında ele alınmıştır.
Vergi yasaları yeniden düzenlenmiş, grev-lokavt yasaklanmış, ücret ve maaş
artışları Yüksek Hakem Kurulu tarafından belirlenmiştir. 1983 sonrasında ithal
ikamesine dayalı karma ekonomi modeli terkedilerek, ihracata dayalı serbest
piyasa ekonomisi uygulamasına öncelik verilmiştir.
24 Ocak 1980 tarihinde uygulamaya
konulan ekonomik politikalar ile kriz aşılmaya çalışılırken, aynı zamanda
Türkiye ekonomisinin Dünya genelinde yaygınlık kazanmaya başlayan neo-liberal
ekonomik politikalara geçişi de sağlanmıştır. 1973 ve 1979 petrol şoklarının
ardından, dünya genelinde ekonomik politika uygulamalarında radikal değişim
gözlenmiştir. Serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi amacıyla, kamunun
ekonomideki rolü sınırlandırılırken, mal-hizmet-finans piyasalarının
serbestleştirilmesine ve de-regulasyon ile özelleştirme uygulamalarına öncelik
verilmiştir. 24 Ocak kararları ile 12 Eylül askeri yönetimi ve sonrasında
izlenen piyasa ağırlıklı ve özel kesim öncülüğündeki ekonomik politikalarla,
ekonominin uluslararası rekabet ortamına uygun bir yapıya kavuşturulmasına önem
verilmiştir. Bu çerçevede, kambiyo rejimi, dış ticaret rejimi ve finansal
piyasalar önemli ölçüde serbestleştirilirken, kamu maliyesi alanında da
düzenlemeler yapılmıştır [5].
1989 yılında sermaye hareketlerinin
serbest bırakılmasının ardından, 1990’lı yıllarda makroekonomik politikalardaki
uyumsuzluklar ile siyasi istikrarsızlıkların eşlik ettiği, ekonomide iç ve dış
kaynaklı dalgalanmalarla karşılaşılmıştır. 1991 yılında Körfez Savaşı, 1994
yılında ekonomik kriz, 1997 yılında Asya Krizi, 1998 yılında Rusya Krizi ve 1999
yılındaki Marmara Depremleri ekonomide ciddi sorunların ortaya çıktığı dönemler
olmuştur. 1990’lı yıllarda kapsamlı ekonomik düzenlemeler 1994 yılında
yapılmıştır. “5 Nisan Kararları” olarak da bilinen bu kararlar ile kamu
açıklarının daraltılması ve ekonominin rekabet gücünün artırılması
amaçlanmıştır. Bu kararlar, kamu açıklarının daraltılması ve reel ücret-reel
kur sorununun çözülmesine yardımcı olmuş, AB ile yapılan gümrük birliği
anlaşmasının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini önemli ölçüde sınırlandırmıştır.
Ancak, 5 Nisan Kararları ekonomide kronik enflasyon-yüksek faiz sorununu
çözmekte ve mali sektörü düzenlemekte başarılı olamamıştır.
Ekonomideki kronik enflasyon ve
yüksek faiz sorununu çözmek amacıyla, 2000 yılı başında “Kura Dayalı Enflasyonla
Mücadele Programı” yürürlüğe konulmuştur. IMF destekli bu program ile
enflasyonun hızla düşürülmesi, kamu açıklarının kontrol edilmesi ve mali
sektörün yeniden yapılandırılması amaçlanmıştır. Ancak, uygulanan programın
kura dayalı olması ve bu çerçevede enflasyon hedefi ile uyumlu döviz kuru
sepetinin bir yıllık dönem için önceden açıklanmasının yarattığı katılık yanı sıra,
uluslararası konjonktürün uygun olmaması, yapısal reformlardaki gecikmeler ve
mali sektöre ilişkin düzenlemelerdeki eksiklikler sonucunda, ekonomide Kasım
2000 tarihinden itibaren ciddi sorunlarla karşılaşılmıştır. Kasım 2000
tarihinde yaşanan sorunlara karşın “Kura Dayalı Enflasyonla Mücadele
Programı’nın“ sürdürülmesi çabaları sonucunda ekonomi, Şubat 2001 tarihinde
ağır bir finansal krizle karşı karşıya gelmiş ve uygulanmakta olan program
terkedilmiştir [6].
Şubat 2001 krizinin ardından, Nisan
ayı ortasında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” kapsadığı önlemler ve yasal
düzenlemeler ile birlikte kamuoyuna açıklanmıştır. Program, yapısal reformlar
ve yasal düzenlemelere öncelik vermiştir. Program çerçevesinde, mali sektörün
yeniden yapılandırılması, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının sağlanması,
devlette şeffaflığın artırılması, kamu finansmanının güçlendirilmesi ve
ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılması amaçlanmıştır [7]. Bu
konularda, hazırlık çalışmalarının tamamlanması ve önemli bir bölümünün
yasalaştırılmasının ardından Mayıs 2001 tarihinde IMF ile yeni bir niyet
mektubu imzalanmış ve önemli bir ek finansman sağlanmıştır.
Güçlü ekonomiye geçiş programı,
özellikle uluslararası likidite bolluğunun da katkısıyla başarılı bir şekilde
uygulanmış ve ekonomi yüksek bir büyüme dönemi yaşarken, kamu açıkları kontrol
edilmiş, enflasyon ve faiz oranları hızlı bir şekilde gerilemiştir. Ancak,
hızlı büyümeye karşın ekonomi istihdam yaratmakta yetersiz kalmış, TL’nin reel
değerlenmesinin de etkisiyle ithal girdi kullanımının artması cari işlemler
açığının yükselmesine yol açmıştır. Ayrıca, uluslararası likidite bolluğu,
finansal kaynaklara erişim imkânlarının artması ve kamunun mali piyasalar
üzerindeki baskınlığının azalması, firma ve hane halkı borçluluğunun artmasına
da neden olmuştur.
Küresel krize kadar olan dönemde,
ekonomide yaşanan iç ve dış kaynaklı dalgalanmalar, genelde kısa süreli, reel
büyüklükler üzerine etkileri sınırlı ve çoğunlukla döviz kuru kaynaklı
olmuştur. Dalgalanma dönemlerinde, özellikle para politikası kararları devreye
sokulmuş ve beklenti yönetimine öncelik verilmiştir. 2006 yılı Mayıs-Haziran
döneminde yaşanan döviz kuru dalgalanması hem piyasa göstergeleri hem de reel
büyüklükler üzerine önemli ölçüde etkili olmuş ve para politikası önceki
dalgalanmalardan daha sert tepki vermiştir [8].
ABD’de başlayan “Mortgage Kredileri”
kaynaklı kriz, 2008 yılı Eylül ayından itibaren “Global Finansal Krize”
dönüşmüş ve tüm ülkeleri etkisi altına almıştır. Başta gelişmiş ülkeler olmak
üzere tüm ülkeler para politikalarını gevşetmişler, ekonomideki daralmayı
hafifletmek için genişlemeci maliye politikası uygulamalarına başlamışlardır. 2008
yılı son çeyreğinde, hemen hemen tüm ülkelerde ekonomik daralma yaşanmış,
sanayi üretimi, istihdamı ve dış ticareti büyük ölçüde gerilemiştir. Başta ABD
olmak üzere gelişmiş ülkeler ve yükselen piyasa ekonomileri, ekonomik
canlandırma paketlerini yürürlüğe koymuşlar, IMF kaynakları artırılarak krizden
olumsuz etkilenen ülkelere yeni finansman imkânları sağlanmıştır.
Reel
ekonomik büyüklükler ve piyasa göstergeleri, Türk ekonominin küresel krizden
2008 yılının son çeyreğinden itibaren önemli ölçüde olumsuz etkilendiğini
göstermiştir. Bu dönemde, GSYH gerilemiş, işsizlik oranı yükselmiş, imalat
sanayi üretimi ve dış ticareti hızla daralmıştır. Başlangıçta döviz kurları ve
faiz oranları hızla yükselmesine rağmen, ekonomideki hızlı daralmayı
yavaşlatmak için Merkez Bankası tarafından politika faizlerinin önemli ölçüde
düşürülmesi ve döviz ve Türk lirası likiditesine yönelik önlemler alınması,
döviz kurları ve faiz oranlarının tekrar gevşemesini sağlamıştır. Ayrıca,
üretim ve istihdamı teşvik etmek amacıyla geçici vergi indirimleri yürürlüğe
konulmuş, kredi maliyetlerini düşürücü bazı düzenlemeler yapılmıştır. İç ve dış
talepteki hızlı daralma ve uluslararası temel mal fiyatlarındaki düşüş
enflasyonda da gerilemeyi beraberinde getirmiştir.
Global kriz öncesinde
gerçekleştirilen yüksek büyüme hızları, uluslararası likidite bolluğundan
önemli ölçüde etkilenmiştir. Doğrudan yatırımlar ve reel sektör kredi
kullanımındaki artış, sermaye girişlerini hızlandırmış ve yatırımların GSYH’ya
oranı yükselmiştir. Ancak, yurtiçi tasarruf düzeyinin yetersizliği, büyümeyi
büyük ölçüde dış kaynak girişine bağımlı hale getirmiş ve ekonominin rekabet
gücü zayıflamıştır[9].
Ekonominin büyüme stratejisinin yeniden değerlendirmesi ihtiyacı ortaya çıkmasına
rağmen, dış kaynak girişine dayalı büyüme stratejisi küresel kriz sonrasında da
devam ettirilmiştir.
Küresel kriz
sonrasında Türkiye yüksek bir büyüme sürecine girmiş ve cari işlemler dengesi
açığı önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu dönemde yaşanan likidite bolluğu,
ekonomideki tüm birimlerin borçluluğunu artırmıştır. Türkiye’nin brüt dış borç
stoku artarken, başta reel sektör olmak üzere hane halkının borçları da önemli
ölçüde yükselmiştir. Bankacılık sektörünün yurtiçi kredilerinin GSYH’ya oranı
2009-2018 döneminde ikiye katlanmış ve küresel kriz dönemine göre, ekonomideki
tüm birimlerin kur ve faiz riski oldukça yükselmiştir.[10]
2017
yılındaki referandum ve Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci, ekonomide kısa vadeli
bir bakış açısının yerleşmesine neden olmuştur. Bu durum kapsamlı politika uygulama
imkânlarını ortadan kaldırmıştır. Ekonomide genellikle Kredi Garanti Fonu (KGF)
ve kamu bankaları kullanılarak kredi genişlemesine dayalı bir büyüme stratejisi
izlenmeye başlanmıştır. 2018
yılında ABD ile yaşanan “Rahip Krizi”, finansal piyasalarda ciddi bir şok
yaratmış, ekonomiden yüksek miktarda ani sermaye çıkışına neden olmuştur. Ekonomide
yaşanan olumsuz gelişmelere karşın, Merkez Bankası politika faizini yükseltmiş,
ABD ile ilişkilerde sağlanan normalleşmenin de etkisiyle, döviz kurları, enflasyon
ve faiz oranlarındaki aşırı hareketler ortadan kalkmıştır. Ancak faiz
oranlarındaki yükseliş 2019 yılında ekonomide ciddi bir durgunluğa neden olmuştur.
2017 sonrasında enflasyonda ve büyümede dalgalanma, ekonomi politika
uygulamalarında ve Merkez Bankası yönetimi ile politika faizlerinde sık
değişiklik, kamu bankaları aracılığıyla sürekli yeni kredi programları
uygulamasına gidilmiştir.
Tablo:7- Kriz Yılları Ekonomik Göstergeleri
|
1980 |
1994 |
2001 |
2009 |
2019 |
1. GSYH Büyümesi (%) |
-2,4 |
-5,5 |
-5,8 |
-4,8 |
0,9 |
2. Sanayi Sektörü Büyümesi (%) |
-3,6 |
-5,7 |
-8,1 |
-8,7 |
-0,6 |
3. Kişi Başı Gelir Büyümesi(%) |
-4,4 |
-7,0 |
-7,0 |
-6,1 |
-0,5 |
4. GSYH Deflatörü (%) |
88,1 |
106,5 |
52,6 |
5,5 |
13,9 |
5. İşsizlik Oranı (%) |
8,6 |
8,5 |
8,4 |
14,0 |
13,7 |
6..İhracat/GSYH (%) |
3,1 |
10,0 |
15,5 |
15,7 |
22,6 |
7..İthalat/GSYH (%) |
8,5 |
12,8 |
20,4 |
21,6 |
26,7 |
8..Dış Ticaret Dengesi/GSYH (%) |
-5,4 |
-2,8 |
-5,0 |
-6,0 |
-4,1 |
9..Cari İşlemler Dengesi/GSYH (%) |
-3,7 |
1,5 |
1,9 |
-1,7 |
0,7 |
10.Bütçe Harcaması/GSYH (%) |
15,0 |
16,8 |
33,1 |
26,8 |
23,2 |
11.Bütçe Gelirleri/GSYH (%) |
12,7 |
14,0 |
20,9 |
21,6 |
20,3 |
12.Bütçe Dengesi / GSYH (%) |
-2,3 |
-2,9 |
-12,2 |
-5,3 |
-2,9 |
13.TEFE/ÜFE (%) |
107,2 |
120,7 |
61,6 |
1,2 |
17,6 |
14.TÜFE (%) |
101,4 |
106,3 |
54,4 |
6,3 |
15,2 |
15.Ortalama Dolar Kuru Değişim (%) |
120,2 |
162,9 |
93,9 |
20,7 |
20,5 |
Kaynak: Strateji ve Bütçe Başkanlığı,
TÜİK ve TCMB.
2020 yılında yaşanan
Covid-19 salgını, devletin ekonomik ve sosyal politika uygulamalarında aktif
rol almasına neden olmuştur. Dünya genelinde, genişlemeci maliye ve para
politikaları uygulanarak salgının olumsuz etkileri hafifletilmeye çalışılmıştır. Salgın ile birlikte sağlık, iş gücü,
ekonomi ve eğitim alanlarında devletin daha müdahaleci ve yapıcı rol oynaması
ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Salgının dünya üretim ve tedarik merkezi durumunda
olan Çin’de ortaya çıkması, küresel düzeyde tedarik zincirinin olumsuz
etkilenmesine neden olmuştur. Salgın devletlerin mal ve hizmet, özellikle gıda,
sağlık ürünleri ve temel ihtiyaç maddeleri, teminindeki rolünün güçlendirilmesi
gerektiğini göstermiştir.
5. YENİ EKONOMİ MODELİ VE
KRİZE GİDEN SÜREÇ:
2018 yılında yaşanan “Rahip Krizi” sonrasında, iktidarın ekonomi
politikalarına ilişkin görüşünde ve geçmiş ekonomi politikası uygulamalarına
ilişkin değerlendirmelerinde değişim gözlenmeye başlamıştır. Devletin ekonomi politikalarında, özellikle
para politikalarında, daha etkili olması ve dış kaynaklara bağımlılığın
azaltılması gerektiği yönündeki görüşler gündeme getirilmiştir. 2017 öncesi
dönemde ekonominin rekabet gücünün zayıflatıldığı, dışa bağımlılığın arttığı
dile getirilirken, yerli ve milli üretimin teşvik edilmesi gerektiği
belirtilmeye başlanmıştır. Mevcut
iktidarın sürekli övgüyle bahsettiği 2002-2017 dönemi politikaları,
yine mevcut iktidar tarafından yoğun olarak eleştirilmiştir.
“Yeni
Ekonomi Modeline” ilişkin değerlendirmelerden önce, 2002-2017 dönemi ekonomik
gelişmeleri ve büyüklüklerine kısaca göz atmakta yarar görülmektedir.
A. 2002-2017
DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ:
Türkiye,
1980’lerden itibaren, özellikle ekonomi politikaları açısından, küreselleşmenin
etkilerine en açık ülkelerden birisi olmuştur. Diğer yükselen piyasa
ekonomilerine göre, Türkiye finansal piyasaların liberalleştirilmesi açısından
oldukça erken davranmış ve 1980’lerin ortalarında faiz oranlarının serbest
bırakılması, yerleşiklere yabancı para mevduat hesabı açma imkânının tanınması,
1989’da sermaye hareketlerinin tamamen serbest bırakılması gibi düzenlemeleri
gerçekleştirmiştir. Erken finansal liberalleşme pek çok sorun yaratmış, sık,
sık ekonomik dalgalanma ve krizlerle karşılaşılmıştır.
Her
kriz dönemi, ekonomi politikalarında radikal değişimlerin yapıldığı, bir dönem
olmuştur. Bu politika değişimleri sayesinde, ekonomiyi krize götüren sorunların
bir kısmı çözülürken, bazı yeni sorunlar da kriz sonrasına taşınmıştır. 2001
krizi sonrasında uygulanan IMF destekli “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”,
enflasyonu düşürme, kamu borç stokunun GSYİH’ya oranının azaltılması ve yapısal
reformların gerçekleştirilmesi konusunda önemli başarılar sağlanmasına katkıda
bulunmuştur. 2001 krizinde mali sektör yeniden
yapılandırılmış, merkez bankası özerkleştirilmiş, özelleştirme hızlandırılmış
ve yüksek enflasyon sorunu çözülmüş, ancak daha sonra yüksek cari açık ve dış
kaynağa bağımlılık sorunu gündeme gelmiştir. 2008-2009 dönemindeki küresel finansal
kriz yüksek cari açık veren ve rekabet gücü zayıf olan ülkeleri ciddi ölçüde olumsuz
etkilemiştir. Buna rağmen Türkiye, kriz öncesinde olduğu gibi küresel kriz
sonrasında da yüksek cari açık vermeye devam etmiş ve ekonomi bir borç ekonomisine
dönüşmüştür.
1994-2002
döneminde yüzde 2,6 olan ortalama GSYH büyüme hızı 2003-2017 döneminde yüzde
5,8’e yükselirken, aynı dönemde ortalama TÜFE enflasyonu yüzde 73,9’dan yüzde
9,6 gerilemiştir. Ekonominin büyüme performansındaki olumlu gelişmeye karşın,
bu dönemde işsizlik oranı yüzde 7,7’den yüzde 10,7’ye yükselmiştir. Bu dönemde “uluslararası
likidite bolluğu” ve “Çin’in dünya
üretim ve tedarik merkezine dönüşmesi”, döviz kurlarında düşüşe ve ithalatta
artışa yol açmıştır. Bu durum bir yandan enflasyonun düşmesine katkıda
bulunurken, diğer yandan ekonominin rekabet gücünü zayıflatmış ve istihdam
imkânlarını da daraltmıştır.
2002-2017
döneminde, Türk lirasının değer kazanması sonucunda ithalattaki artıştan
kaynaklanan yüksek cari açık, dış borç stokundaki yükseliş, düşük istihdam oranı,
yükselen işsizlik ve yatırımların inşaat ve hizmet sektörlerinde yoğunlaştığı
görülmektedir. Nitekim bu dönemde 741 milyar dolar dış ticaret açığı, 519
milyar dolar cari işlemler dengesi açığı verilmiş, brüt dış borçlarda ise 319
milyar dolarlık artış olmuştur.
Tablo:8-2002-2017 Dönemi Ekonomik Göstergeleri
|
Ortalama Yüzde |
Milyar Dolar |
Reel Kur End. |
|||||||
|
GSYH Büyümesi |
İşsizlik Oranı |
TÜFE |
ÜFE |
$ Kuru |
Dış Borç Stoku |
Cari Denge |
DışTic. Dengesi |
TÜFE |
ÜFE |
2002 |
6,4 |
10,3 |
45,0 |
50,1 |
24,5 |
131,9 |
-0,6 |
-6,4 |
96,2 |
94,2 |
2003 |
5,8 |
10,5 |
25,3 |
25,6 |
-2,0 |
148,5 |
-7,6 |
-13,4 |
101,2 |
99,2 |
2004 |
9,8 |
10,8 |
8,6 |
11,1 |
-4,1 |
166,0 |
-14,2 |
-22,4 |
102,3 |
100,7 |
2005 |
9,0 |
10,6 |
8,2 |
8,2 |
-5,9 |
175,8 |
-21,0 |
-32,9 |
119,4 |
112,1 |
2006 |
6,9 |
10,2 |
9,6 |
9,3 |
7,0 |
214,9 |
-31,2 |
-40,9 |
109,8 |
103,5 |
2007 |
5,0 |
10,3 |
8,8 |
6,3 |
-9,8 |
259,1 |
-36,9 |
-46,8 |
127,7 |
115,3 |
2008 |
0,8 |
11,0 |
10,4 |
12,7 |
-1,4 |
285,0 |
-39,4 |
-52,9 |
111,1 |
102,4 |
2009 |
-4,8 |
14,0 |
6,3 |
1,2 |
20,7 |
276,4 |
-11,4 |
-24,8 |
113,6 |
105,0 |
2010 |
8,4 |
11,9 |
8,6 |
8,5 |
-2,7 |
308,2 |
-44,6 |
-56,3 |
120,2 |
111,4 |
2011 |
11,2 |
9,8 |
6,5 |
11,1 |
11,5 |
320,6 |
-74,4 |
-89,2 |
103,3 |
97,9 |
2012 |
4,8 |
9,2 |
8,9 |
6,1 |
7,5 |
357,3 |
-48,0 |
-65,4 |
110,9 |
103,5 |
2013 |
8,5 |
9,7 |
7,7 |
4,5 |
5,6 |
405,2 |
-55,9 |
-81,9 |
100,9 |
94,8 |
2014 |
4,9 |
9,9 |
8,9 |
10,3 |
15,2 |
416,8 |
-38,9 |
-66,6 |
105,7 |
102,3 |
2015 |
6,1 |
10,3 |
7,7 |
5,3 |
24,0 |
402,8 |
-27,3 |
-49,0 |
99,0 |
97,4 |
2016 |
3,3 |
10,9 |
7,8 |
4,3 |
11,3 |
405,9 |
-27,0 |
-39,9 |
93,5 |
90,7 |
2017 |
7,5 |
10,9 |
11,1 |
15,8 |
20,7 |
450,9 |
-40,9 |
-58,6 |
86,3 |
84,1 |
Kaynak:
TCMB ve TÜİK.
2018 yılı
Ağustos ayında ABD ile yaşanan “Rahip Krizinin”, finansal piyasalarda büyük bir
dalgalanma yaratmasının temel nedeni de, ekonominin dış finansmana bağımlılığından kaynaklanmıştır. 2018 yılı
sonrasında, dış kaynaklara bağımlı mevcut büyüme stratejisi değiştirilmeye ve
ekonominin rekabet gücü korunmaya çalışılmıştır. Ancak kapsamlı bir program
uygulamaktan kaçınılmış, ekonomi yönetimi sık sık değiştirilerek kısa vadeli
bakış açısı korunmuştur.
ABD
ve AB üyesi ülkelerle ilişkilerde yaşanan sorunlar, finansal piyasalara
müdahale girişimleri Türkiye’nin kredi riskini artırmış ve dış finansman
teminini kısıtlamıştır. Döviz kurları ve finansal piyasalarda dalgalanmaları
önlemek için, ekonomi yönetimi şeffaf olmayan yöntemlerle döviz rezervleri
kullanılmış ve net rezervler negatif dönüşmüştür. 2021 yılı ikinci yarısında,
daralan dış finansman imkânları yanı sıra enerji ve gıda fiyatlarında
yükselişler gözlenmiştir. Bu ortamda yeni ekonomi modeline yönelik söylemlerde
gündeme gelmeye başlamıştır.
B.YENİ EKONOMİ MODELİ VE
KRİZE GİDİŞ:
Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 kararları ile oluşturulan
ekonomik-politik ortam içinde, 1994 ve 2001 krizlerini yaşamıştır. Bu krizleri
genelde, kamu finansmanı ve ödemeler dengesi sorunu kaynaklı krizler olarak
değerlendirebiliriz. Krizden çıkış büyük ölçüde geleneksel iktisat politikaları
ve IMF programları ile sağlanabilmiştir.
Günümüzde
yaşadığımız kriz, 1980, 1994 ve 2001 krizleri öncesinde yaşanan süreçlerden
oldukça farklı bir özelliğe sahiptir. Enflasyon başta olmak üzere ekonominin
bazı alanlarında sorun olmakla birlikte, krize giden bir süreç söz konusu değildi.
Bu kriz, ani bir şekilde karar verilen bir ekonomi modelinin uygulamaya
konulması sonucunda, mevcut ekonomi yönetiminin yarattığı yapay bir krizdir. 2021
yılı Eylül ayında enflasyon, ithal enerji ve emtia fiyatlarındaki artışın
etkisiyle, yükselirken Merkez Bankası’nın faiz indirim sürecini başlatmasıyla
hayatımıza girmiştir. Bu süreç, kamuoyuna “Yeni Ekonomi Modeli” olarak
sunulmuştur. Yeni Ekonomi Modelinin “düşük faiz-yüksek kur” ilkesini
benimsediği ve bu ilke çerçevesinde ihracat-üretim ve istihdamın artırılacağı,
ihracat artışı sayesinde de cari işlemler dengesinin fazla vereceği ifade
edilmiştir. Bu cari işlemler dengesi fazlası sayesinde döviz kurları üzerindeki
baskının giderileceği ve enflasyonun düşürüleceği ileri sürülmüştür.
Yeni
Ekonomi Modelinin yaklaşık bir yıllık uygulanması sonucunda, ekonomide döviz
kurları ve enflasyonda aşırı yükselme gözlenmiştir. Ancak büyüme ve istihdam
artışı devam etmiş, enerji fiyatlarındaki yükselişinde etkisiyle cari işlemler
açığı ise ikiye katlanmıştır. Ekonomi yönetimi döviz kurlarını kontrol altında
tutabilmek için, 1980 öncesi dönemlerde uygulanan bazı kararlara benzer
uygulamalara başvurmak zorunda kalmıştır. Bu çerçevede “Kur Korumalı Mevduat”
(KKM), başta ihracat olmak üzere döviz gelirlerinin nir bölümünün TCMB’ye
zorunlu devri ve kontrollü kredi kullandırılması gibi uygulamalar
başlatılmıştır.
Türkiye’yi
yeniden enflasyonist bir sürece ve döviz kıtlığına sokan “Yeni Ekonomi Modelinin”
başarısızlığının üç temel unsuru bulunmaktadır. Bunları şu şekilde
özetleyebiliriz:
1.“Yeni Ekonomi Modeline” Hazırlıksız Geçilmiştir:
Bu ekonomi
modelinin hiçbir ön hazırlık ve değerlendirme yapılmadan gündeme getirildiğinin
en iyi göstergesi, 5 Eylül 2021 tarihli Resmi Gazetede Cumhurbaşkanlığı Kararı
olarak yayımlanan 2022-2024 dönemini kapsayan “Orta Vadeli Program” ile 25 Ekim
2021 tarihinde Resmi Gazete yayımlanan “2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık
Programıdır”. Ekonomi yönetimini oluşturan Hazine ve Maliye Bakanlığı, Strateji
ve Bütçe Başkanlığı ile T.C. Merkez Bankası Başkanlığı’nın ortak çalışması ile
oluşturulan ve siyasi otorite tarafından onaylanıp kamuoyuna açıklanan bu
belgelerde, yeni ekonomi modelinin temel stratejisi olan “Düşük Faiz-Yüksek Kur”
politikasının hiçbir izine rastlanılmamaktadır.[11] Orta
Vadeli Programda (OVP) yer alan temel ekonomik göstergeler incelendiğinde,
mevcut ekonomi politikalarının uygulanması ile ekonominin büyüme performansının
süreceği, cari işlemler dengesinde iyileşme sağlanacağı, işsizliğin azalacağı
ve enflasyonda belirgin bir düşüşün sağlanabileceği öngörülmüştür (Tablo:7).
Yeni Ekonomi Modelinin benimsediği ilke ve stratejiler, Orta Vadeli Programın
hedef ve tahminlere hiç yansıtılmamıştır.
Tablo:9- Orta
Vadeli Program (OVP) Temel Ekonomik Büyüklükleri
|
2021 GT |
2022 P |
2023 P |
2024 P |
1.GSYH
Büyümesi (%) |
9,0 |
5,0 |
5,5 |
5,5 |
2.Toplam
Yurtiçi Nihai Talep (%) |
7,5 |
4,3 |
4,9 |
5,2 |
3.Net
İhracatın Büyümeye Katkısı (% puan) |
3,4 |
1,1 |
0,6 |
0,5 |
4.İhracat
(Milyar Dolar) |
211 |
231 |
242 |
255 |
5.İthalat
(Milyar Dolar) |
258 |
283 |
294 |
309 |
6.Cari İşlemler Dengesi (Milyar Dolar) |
-21,0 |
-18,6 |
-13,5 |
-10,0 |
7.İşsizlik
Oranı (%) |
12,6 |
12,0 |
11,4 |
10,9 |
8.GSYH Deflatörü (%) |
20,9 |
12,9 |
8,8 |
7,9 |
9.TÜFE Yıl Sonu (%) |
16,2 |
9,8 |
8,0 |
7,6 |
10.Dolar Kuru (Ortalama, TL/$) |
8,30 |
9,27 |
9,77 |
10,27 |
Kaynak:
Strateji ve Bütçe Başkanlığı, “2022-2024 Orta Vadeli Program.
Orta Vadeli Programın makroekonomik
varsayımlarına göre hazırlanan 2022 Yılı Bütçe Tasarısı, “Yeni Ekonomi Modeli”
söylemi çerçevesinde uygulamaya konulan “düşük faiz-yüksek kur” politikası ile
geçersiz hale gelmiştir. TÜFE enflasyonunun yüzde 9,8, ortalama dolar kurunun
ise 9,27 lira olacağı varsayımları, 2022 yılı başlamadan geçersiz olmasına
karşın, 2022 yılı bütçe gelir ve giderleri bu varsayımlara göre hazırlanmış ve
Aralık ayında TBMM’de görüşülerek kanunlaşmıştır. Ancak ekonomi yönetimi 2022 Haziran
ayında ek bütçe hazırlamak zorunda kalmış ve bütçe ödeneklerinin yüzde 61,7’si
kadar ek ödenek almıştır.
2. Küresel Ekonomik Durum ve Olası
Gelişmeler Dikkate Alınmamıştır;
Enerji fiyatlarının arttığı, tedarik
sorunlarının yoğunlaştığı ve yükselen enflasyon nedeniyle sıkılaştırıcı
politikaların gündeme geldiği küresel ekonomik ortam, “Yeni Ekonomi Modelinin”
gerektirdiği ekonomi politikalarında radikal değişim için uygun değildi.
Nitekim 25 Ekim 2021 tarihinde yayımlanan 2022 Yılı Programında da “2021
yılında bazı emtialar da arz yönlü sorunların öne çıktığı, enerji ve metal fiyatlarında yüksek artışların
kaydedildiği belirtilirken, birçok gelişmiş ülkede üretici fiyatlarının zirve yaptığı
ve küresel enflasyondaki yükselişin geçici olmayabileceği” ifade edilmiştir. 2020
yılında ortalama 42,3 dolar/varil olan Brent tipi ham petrol fiyatı 2021 yılı Haziran
ayında 73 ABD doları seviyesine yükselmiş, 2021 yılı üçüncü çeyreğinde
arz-talep dengesizliğinin devam edeceği beklentisinin güçlenmesinin ardından
petrol fiyatları 80 ABD doları eşiğini aşmıştır.
Ham petrol yanı sıra doğalgaz,
kömür, gübre, bakır, alüminyum, buğday ve şeker fiyatları 2021 yılı ikinci
yarısında önemli ölçüde yükselmeye başlamıştır.
2021 yılı ikinci yarısında dolar cinsinden ithalat birim değer endeksi,
2021 yılı ilk yarısına göre yüzde 14, 2020 yılı ikinci yarısına göre yüzde 29
civarında artış göstermiştir. İthal kaynaklı bu fiyat artışlarının, Türkiye’de enflasyon
ve ödemeler dengesi açısından sorun yaratma olasılığı oldukça yüksek iken
“düşük faiz-yüksek kur” stratejisini uygulamak, gerçekçi ve akılcı bir tercih
olarak değerlendirilmemektedir. Ayrıca, Şubat ayı sonunda başlayan
Rusya-Ukrayna savaşının gıda ve enerji fiyatlarını daha da yükseltmesi, cari
fazla verme ve cari fazla ile döviz kurunu ve enflasyonu düşürme olasılığını tamamen
yok etmiştir.
3.
Döviz Kurlarının Enflasyonist Etkisi Hafife Alınmıştır;
Ekonomi yönetiminin enflasyon yükselirken
politika faiz oranını Eylül ayından itibaren sürekli indirmesi, döviz
kurlarının hızla yükselmesine ve kurlarda oynaklığın ciddi ölçüde artırmasına
neden olmuştur. Siyasi otorite döviz kuru artışlarının fiyat artışları ve
enflasyonist süreç üzerine etkilerini çok hafife almıştır. Yapılan bir
çalışmada döviz kurundan enflasyona geçiş katsayısı 2016 öncesinde yüzde 15
iken, 2017 sonrası dahil edildiğinde bu katsayının yüzde 27’ye yükseldiğini
göstermektedir.[12]
Ayrıca, eskiden geçişin yüzde 80’i dokuz ay içinde tamamlanırken, bu sürenin
altı aya indiği ifade edilmektedir. 2022 Temmuz ayı itibariyle yıllık TÜFE
enflasyonunun yüzde 80, ÜFE enflasyonunun ise yüzde 145 olduğu dikkate
alınırsa, Türkiye’de kurdan enflasyona geçiş katsayısının oldukça yükseldiği ve
geçiş süresinin de çok kısaldığı anlaşılmaktadır. Özellikle 2021 Aralık ve 2022
Ocak aylarındaki aylık enflasyonlar, döviz kuru değişiminin hızla fiyatlara
yansıtıldığını göstermektedir. Uygulanmakta olan yeni stratejinin temel başarı
koşulu enflasyonist bir süreç yaratmaması iken, ekonomi tekrar yüksek enflasyon
ortamına girmiştir. Küresel emtia fiyatlarındaki yükseliş ve aşırı negatif reel
faizlerinde etkisiyle döviz kurlarındaki artışlar, ekonomiyi enflasyonist bir
kısır döngü içine sokmuş bulunmaktadır.
Ekonomi yönetimi, “Yeni Ekonomi
Modelinin” enflasyon ve cari açıktaki başarısızlığına rağmen, “düşük faiz”
politikasını ısrarla sürdürmekte, ekonomideki döviz kıtlığını gidermek için
çeşitli düzenlemeler yapmaktadır. Bu düzenlemelerin başında, kur korumalı
mevduat (KKM), ihracat dövizlerinin TCMB’ye zorunlu devri, döviz fazlası olan
firmaların ticari kredi kullanımlarına sınırlamalar gelmektedir.
2021
Aralık ayında döviz kurlarındaki yükselişi önlemek için "Kur Korumalı
Vadeli Türk Lirası Mevduat Hesabı (KKM)" sisteminin uygulamaya
konulacağını açıklanmıştır. Türk lirasından kaçışı önlemek ve Türk lirası
mevduat sahiplerine kur artışı kadar getiriyi garanti eden bu sistemin
açıklanması döviz kurlarında istikrar sağlamıştır. Tasarruf sahipleri Türk
lirası mevduat hesaplarından KKM sistemine geçerlerse, kur farkı ödemeleri
Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından, döviz hesaplarından KKM sistemine geçerlerse
TCMB tarafından ödenmektedir. TCMB, döviz/altın hesaplarından KKM sistemine
dönüşler sayesinde döviz rezervlerini artırmayı da amaçlamaktadır. Başlangıçta
sadece gerçek kişilerin yararlanacağı KKM sistemi, daha sonra tüzel kişilerin
döviz/altın hesaplarından Türk lirasına dönüşleri içinde uygulamaya
konulmuştur. Firmaların bu imkandan yararlanmalarını teşvik için kurumlar
vergisinde değişiklik yapılarak, Türk lirasına geçen firmaların kambiyo
karlarına kurumlar vergisi istisnası da getirilmiştir. Yurtdışında yerleşik
vatandaşlar ve bunların şirketleri ile Türkiye’deki bankalarda hesap açabilen
yabancılara da KKM sisteminden yararlanma hakkı tanınmıştır. Ayrıca KKM
hesaplarından elde edilecek faiz ve kar payları için gelir vergisi stopaj oranı
da sıfırlanmıştır.
KKM
uygulaması ile birlikte “yüksek kur” ve ekonominin rekabet gücü gibi kavramlar
terkedilmiş, döviz kurlarında istikrar öne çıkmış bulunmaktadır. Nitekim KKM
sisteminin devreye sokulması ile birlikte alınan ekonomik önlemlerin büyük bir
kısmı, döviz kurlarının dizginlenmesine ve örtük kur hedeflemesine yöneliktir.
Bu uygulamaları şu şekilde sıralayabiliriz; döviz rezervlerinin satılması, KKM
sisteminin tüzel kişi firmalara yaygınlaştırılması, kur farkı gelirlerinin
kurumlar vergisinden istisna edilmesi, Türk lirası faiz gelirlerinde gelir
vergisi stopajının düşürülmesi, döviz mevduatlarındaki zorunlu karşılıkların
artırılması ve ihracat gelirlerinin önce yüzde 25’inin, daha sonra yüzde
40’ının TCMB’ye satılma zorunluluğunun getirilmesi. Kredilerin döviz
alımlarında kullanılmayacağına ilişkin düzenleme ve kontrollerin yapılması. [13]
TCMB
“Liralaşma Stratejisini” gündeme getirmiş ve Türk lirası mevduat ve kredilerin
faiz, miktar ve kullanım alanları üzerinde TCMB etkisini artırarak döviz
kurlarında istikrarı ve kontrolü sağlamayı amaçlamaktadır. TCMB reeskont
kredisi ve yatırım taahhütlü avans kredisi uygulamasını yaygınlaştırmayı,
kullandırdığı kredilerin Türk lirası cinsi harcama alanlarında kullanılmasını
ve yabancı para talebi oluşturmamasını istemektedir. Ayrıca reel sektöre
finansal sistem tarafından sağlanan kredilerin de belirlenmiş amaçlar çerçevesinde
kullanılması gerektiği ifade edilmektedir.
Döviz
kurlarındaki hızlı yükselişi dizginlemek için geliştirilen KKM sistemi, tüm
ekonominin döviz kurlarına karşı hassasiyetini artırmıştır. Mevcut DTH ve KKM
düzeyi, döviz kuru hareketlerinin, ekonomide
ciddi sorunlar yaratma potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Yüksek dış
borç, kamu iç borcunun önemli bir kısmının kura bağımlı olması, Kamu-Özel
İşbirliği projelerine verilen döviz garantilerine ilave olarak KKM ile Türk
lirası mevduat getirisinin de döviz kuruna endekslenmesi, ekonomide
dolarizasyon düzeyinin daha da yükselmesine neden olmaktadır. Ekonomide neredeyse
tüm fiyatlar ve getiriler döviz kurunun etkisi altına girmiştir. Döviz kuru
hareketlerinin tüm ekonomiye ve kamu maliyesine olası maliyetleri de belirgin ölçüde
yükselmiş bulunmaktadır.
6. GENEL DEĞERLENDİRME
1970’lerin sonlarından itibaren yüksek
enflasyon ortamında yaşayan ve hiper enflasyona gidişi önlemek için sık, sık
çeşitli programlar uygulayan Türkiye, 2001 yılında ağır bir ekonomik kriz
yaşamıştır. Türkiye bu krizden çıkış için olağanüstü bir çaba göstermiş ve ekonomik
ve siyasi maliyete katlanmıştır. Bugün 2001 krizi sonrasının en önemli kazanımı
olan tek haneli enflasyon, “Yeni Ekonomi Modeli” ile tamamen ortadan kaldırılmış
bulunmaktadır.
Mevcut
siyasi ortam ve ekonomi politika uygulamaları dikkate alındığında, düşük
enflasyon ortamında fiyat istikrarının tekrar nasıl sağlanacağı en önemli
sorunu oluşturmaktadır. Mevcut ortamda, ekonomik büyüme ve istihdam artışı
devam ederken, finansal ve cari göstergeler ekonomide ciddi bir dengesizliğe
işaret etmektedir. Temmuz ayı itibariyle yıllık TÜFE enflasyonu yüzde 80, ÜFE
enflasyonu yüzde 145, dolar kurundaki
artış yüzde 102 ve konut fiyat artışı yüzde 160’ın üzerinde iken TCMB politika
faizi yüzde 14, mevduat ve kredi faizleri ise yüzde 20 civarında bulunmaktadır.
Enerji
ve gıda ithal fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle dış ticaret hadlerinin aleyhe
dönmesi, TCMB net rezervinin negatif olması, reel mevduat ve kredi
faizlerindeki aşırı ölçüde negatife dönüşmesi ve döviz kıtlığına karşı alınan
önlemler, 1980 öncesi dönemi hatırlatmaktadır. Türkiye 1980 öncesinde de aynı
sorunlar ile karşılaşmış, liberal ekonomi politikalarının esas alındığı 24 Ocak
kararları ile sorunu çözmeye çalışmıştır. 1980 öncesi dönemde sabit kur sistemi,
katı kambiyo rejimi uygulaması, yaygın kamu girişimciliği ve kamu müdahalesi,
bağımlı Merkez Bankası, ithal ikamesine dayalı sanayi stratejisi ile plana
dayalı kalkınma politikaları uygulanmakta idi.
24
Ocak Kararları ve 12 Eylül askeri yönetiminin oluşturduğu serbest piyasa
ekonomisine dayalı sistem, mevcut iktidar döneminde tam liberal bir sisteme
dönüştürülürken, planlama teşkilatını da ortadan kaldırılmıştı. Ancak bugün
gelinen aşamada, kamu girişimciliği ve planlamanın tekrar ihtiyaç olarak ortaya
çıktığı görülmektedir. Küresel finansal kriz ve Covit-19 salgını kamu kesiminin
düzenleyici ve denetleyici fonksiyonu yanı sıra planlama ve bazı temel mal ve
hizmetlerde tedarikçi olma fonksiyonunu tekrar gündeme getirmiştir.
Ekonominin
finansal ve reel göstergelerinde ortaya çıkan bu dengesizliğin ve yüksek
enflasyonun, bir inat uğruna indirilen TCMB politika faizinin tekrar
yükseltilerek çözülmesi imkânı söz konusu değildir. Faiz politikasının
rasyonelleştirilmesi yanı sıra ekonominin ve ekonomi yönetiminin yeniden
yapılandırılması gerekmektedir. Bu çerçevede planlama teşkilatı yeniden
oluşturulmalı, ekonomik ve sosyal politikaların tespit ve uygulanmasındaki rolü
netleştirilmeli, gıda-tarım, enerji, savunma ve sağlık gibi stratejik alanlarda
mal ve hizmet tedarikinde kamu ve kamu girişimciliğinin fonksiyonu artırılmalıdır.
TCMB’nin fiyat istikrarı, finansal istikrar ve rekabet gücünün korunması
alanındaki fonksiyonları yeniden gözden geçirilmelidir.
Dünya ve Türkiye’de ki mevcut
durum ve geleceğe yönelik eğilimler değerlendirildiğinde, mevcut sorunların
giderilmesi ve sürdürülebilir ekonomik ve sosyal gelişmenin sağlanması için
“Stratejik Amaç ve Hedeflerin” belirlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, düşük
enflasyon ortamında büyümenin sağlanması, istihdamın artırılması, rekabet
gücünün korunması, bölgesel gelişmenin sağlanması ve gelirin daha adil
bölüşümünün sağlanması hedeflenmelidir.
Stratejik
amaç ve hedeflerin gerçekleştirilmesi öncelikle kaynak sorununu gündeme
getirmektedir. Mevcut ve ilave yaratılacak kaynakların ekonomide yeni
dengesizliklere ve istikrarsızlığa yol açmaması (aşırı enflasyon ve borç yükü
artışı gibi), kaynakların etkin ve verimli şekilde kullanılması ve uluslararası
taahhütlere uyulması temel bir tercih olmalıdır.
Bugün, kısa vadeli ve ideolojik bir bakış açısıyla
uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların, Türkiye’nin sorunlarını çözmek
yerine yeni sorunlar yarattığı anlaşılmış bulunmaktadır. Sürdürülebilir bir
kalkınma sürecinin başlatılabilmesi, vatandaşların kalıcı bir refaha
kavuşabilmesi için, üzerinde uzlaşı sağlanmış topyekûn bir dönüşümü sağlayacak
orta vadeli bir stratejiye ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede, ekonomide
araçları tartışmaktan vazgeçip, temel amaçları ve bunların en etkin ve hızlı
bir şekilde nasıl gerçekleştirilebileceği tartışılmalıdır. Toplumsal refahı
artırabilmek için sunulacak hizmetlerin kamu eliyle mi özel kesim eliyle mi
sağlanacağı tartışması anlamlı ve gerçekçi bulunmamaktadır. Önemli olan husus,
temel amaçlara ulaşabilmek için gerekli hizmetlerin etkin, verimli, kaliteli ve
uygun maliyetle sağlanması ve politika tercihlerinin bu ilkeler çerçevesinde
belirlenmesidir. Temel mal ve hizmet tedariki sağlayacak olan kamu ve kamu
girişimlerinin de bu temel ilkeye göre belirlenmesi ve buna göre örgütlenmesi
sağlanmalıdır.
[1] Bu bölüm
DPT tarafından hazırlanan 1977-1981 Yılları Programlarından yararlanılarak
ve/veya doğrudan alınarak hazırlanmıştır.
[2] Bu
bölümde yer alan kararlar, TCMB 1976-1977-1978 ve 1980 Yılı Raporlarının
“ödemeler dengesi gelişmeleri” ile “kambiyo rejimi” bölümlerinden derlenmiştir.
[3] TCMB
1979 ve 1980 Yılı raporları
[4]Bu bölüm
ekteki çalışmadan alınmıştır. “Zafer YÜKSELER, Türkiye’de Kriz Dönemlerinde
Ekonomik Gelişmeler ve Ödemeler Dengesi Uyumu”, Temmuz 2009. https://www.researchgate.net/publication/259071157_TURKIYE'DE_KRIZ_DONEMLERINDE_EKONOMIK_GELISMELER_VE_ODEMELER_DENGESI_UYUMU?
[5]
Bu konu için bakınız “1980’den 1990’a
Makroekonomik Politikalar, Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı
Değerlendirmeler, DPT, 24 Temmuz 1990”.
[6] Kasım
2000, Şubat 2001 krizi ve güçlü ekonomiye geçiş programının özet
değerlendirmesi için bakınız “TCMB, Para Politikası Raporu, Kasım 2001”.
[7] Bu konu
için bakınız “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı-Hedefler, Politikalar
ve Uygulamalar, Mayıs 2001, Hazine Müsteşarlığı”.
[8]
Bu konu için bakınız “Zafer YÜKSELER, 2002-2006 Döneminde Döviz Kuru
Dalgalanmaları: Nedenleri, Etkileri ve Politika Kararları, Kasım 2006, https://www.researchgate.net/publication/259073374_2002-2006_DONEMINDE_TURK_EKONOMISINDE_DOVIZ_KURU_DALGALANMALARI_NEDENLERI_ETKILER_VE_POLITIKA_KARARLARI?
[9] Zafer
YÜKSELER, “Türkiye’nin Karşılaştırmalı Cari İşlemler Dengesi ve Rekabet Gücü
Performansı (1997-2010 Dönemi), Haziran 2011”. http://tcmb.gov.tr
[10]
Bakınız, ”Zafer YÜKSELER, TÜRKİYE’DE
CARİ İŞLEMLER DENGESİ FAZLASI VE OLASI ETKİLERİ (Kriz Dönemleri ile
Karşılaştırma)”2018.
https://www.researchgate.net/publication/329358773_TURKIYE'DE_CARI_ISLEMLER_DENGESI_FAZLASI_VE_OLASI_ETKILERI_Kriz_Donemleri_ile_Karsilastirma?
[11] Zafer
YÜKSELER, “Ekonomi Politikalarında Stratejik Değişim: Düşük Faiz-Yüksek Kur
Politikası ve Olası Etkileri”, 1 Aralık 2021, https://www.researchgate.net/publication/356666427_EKONOMI_POLITIKALARINDA_STRATEJIK_DEGISIM_DUSUK_FAIZ-YUKSEK_KUR_POLITIKASI_VE_OLASI_ETKILERI
[12] Hakan Kara ve Çağrı Sarıkaya,
“Enflasyon Dinamiklerindeki Değişim, Döviz Kuru Geçişkenliği Güçleniyor mu?”,
Ekonomik Araştırma Forumu Çalışma Raporu No:2121.
[13] Zafer
YÜKSELER, “Yeni Model Arayışı-KKM, Liralaşma”, Ocak 2022.
https://www.academia.edu/69804514/YEN%C4%B0_MODEL_ARAYI%C5%9EI_KKM_L%C4%B0RALA%C5%9EMA
Her zamanki gibi çok sağlıklı ve mantıklı bir yaklaşımla dönemlerin özelliklerini ve dönemler arası benzerlikleri ortaya koymuşsun Zafer. Kutluyorum. Ancak bu yazdıklarından esinlenmesi gereken büyük iktisatcilarin tek kelime anlayacaklarindan emin degilim. Zaten okumazlar da. Bu güzel çalışmaların yönetimler nezdinde faydalı bir yansimasinin olamayışı ne kadar yazık....
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Yine de birilerinin işine yarayabilir diye düşünüyorum.
SilTeşekkür ederim, iyi bir yayın. Verileri 200 önceden başlatsak bile, görülecektir ki, "dış ticaret açıkları" ve bu açıkların ardışık birikmiş sorun yumağı "dış borçlar", başta enflasyon, işsizlik, küçülme, istikrarsızlık ve diğer bütün sorunların kök sebebidir.
YanıtlaSilSaygılar.
Teşekkür ederim.
Sil