1 Aralık 2021 Çarşamba

DÜŞÜK FAİZ-YÜKSEK KUR POLİTİKASINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

EKONOMİ POLİTİKALARINDA STRATEJİK DEĞİŞİM:

DÜŞÜK FAİZ-YÜKSEK KUR POLİTİKASI VE OLASI ETKİLERİ

(Zafer YÜKSELER, 1 Aralık 2021)

GİRİŞ:

TCMB Başkanı, 2021 yılı Ekim ayında politika faizinin 200 baz puan düşürülmesi sonucunda artan döviz kurlarına gösterilen tepkiler üzerine şu açıklamayı yapmıştır; “döviz kurlarındaki yükselişin ekonominin rekabet gücünü artıracağı, cari işlemler dengesinde fazla yaratacağını ve bu fazlanın ortaya çıkaracağı döviz bolluğunun döviz kurlarını ve enflasyonu olumlu etkileyeceğini” belirtmiştir. Bu değerlendirmenin ardından, enflasyon ve enflasyon beklentileri yükselirken, Kasım ayında da politika faizi 100 baz puan düşürülmüş ve Aralık ayı içinde indirim sinyali verilmiştir. Toplamda 400 baz puanlık indirim sonrasında, düşük faiz ve yüksek kurun ekonominin yararına olduğu söylemi her düzeydeki iktidar mensupları tarafından benimsenerek savunulmuştur. Ancak bu söylem piyasalarda kabul görmemiş ve döviz kurlarında şok hareketler başlamıştır. 17 Kasım 2021 tarihinde 10,17 lira dolar kuru, 23 Kasım tarihinde 11,17 liraya, 25 Kasım tarihinde ise 12,61 liraya yükselmiştir. Böylece bir hafta içinde dolar Türk lirasına karşı yüzde 24 değer kazanmış ve gün içinde kurda aşırı bir oynaklık ortaya çıkmış ve dolar Kasım sonunda 13 lirayı geçmiştir.

Türk lirasının değer kaybındaki bu hızlanış sonrasında, düşük faiz yüksek kurun faziletleri konusunda yaygın bir kampanya başlatılmıştır. Kurdaki artışın çok yararlı olduğu, ekonomide ciddi bir yapı değişiminin yaşanacağı ve nihayetinde üretim, yatırım ve istihdam artışının gerçekleşeceği koro halinde tekrarlanmaya başlamıştır. Hazine Bakan Yardımcısı “Türkiye ekonomisini sadece döviz kurunu baz alan dar bakış açısı yerine büyük pencereden değerlendirmemiz gerektiğini” ifade etmiş ve “Düşük faiz politikası sonucu TL’ye yapılan manipülatif atakların ekonomiye ciddi zararlar veremeyeceğini” belirtmiştir. Ayrıca “tüm kesimler tarafından dikte edilen “yüksek faiz, düşük enflasyon” politikasının yanlışlığını yapısal cari açık veren ülkemiz özelinde tekrar değerlendirilmesi gerektiğini” ifade etmiştir.

 

EKONOMİ YÖNETİMİNE SORULAR:

 

Bu aşamada ekonomi yönetimine sorulması gereken bazı sorular bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz;

·        Yüksek kur bu kadar yararlı ise niçin 2003-2016 döneminde tersine politikalar izlediniz? Özellikle 2003-2010 döneminde Türk lirasının aşırı değerlenmesine niçin göz yumdunuz? Hazine Bakan Yardımcısı sosyal medyadan yaptığı bir açıklamada ”2013’ten beri düşük faiz politikası uygulamaya yeltendiklerinde güçlü bir itirazla karşılaştıklarını” bu nedenle düşük faiz yüksek kur politikasını uygulayamadıklarını ifade etmektedir. Ancak bu bahane tek başına iktidarda olan bir parti için gerçekçi bulunmamaktadır.

·        Yüksek kurun bu kadar fazileti varsa, 2019-2020 döneminde Türk lirasını savunmak için niçin 128 milyar dolar rezerv erittiniz? Rezervler iddia edildiği gibi sadece Covid-19 salgını ile mücadele için kullanılmamıştır. Rezervin yaklaşık 52 milyar doları Covid-19 salgını öncesi dönem olan Ocak 2019-Şubat 2020 döneminde harcanmıştır.    

·        Niçin son dönemlerde 2021 Eylül ayına kadar “yüksek faiz, düşük enflasyon” ilişkisine göre politika faizi belirlediniz? 2018 Mayıs sonrası enflasyon ve politika faizi ilişkisine bakıldığında,  politika faizi ile TÜFE genel enflasyon oranı arasında oldukça güçlü bir ilişki gözlenmektedir. Ancak TCMB Başkanı Eylül ayı başında yaptığı bir açıklamada politika faizi kararlarında “çekirdek enflasyonun”  dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Aşağıdaki tabloda politika faizi ve faizin belirlendiği aydan önceki yıllık TÜFE genel ve çekirdek (C-Endeksi) enflasyon oranları yer almaktadır. 2018 yılı Mayıs ayında yıllık TÜFE enflasyonunun yüzde 10,85’den yüzde 12,15’e yükselmesi ile birlikte faiz artırım süreci başlamış ve haftalık repo faizi 1 Haziran 2018 tarihinde yüzde 8’den yüzde 16,50’ye yükseltilmiştir. Yıllık TÜFE enflasyonunun Ağustos ayında yüzde 17,9’a yükselmesi üzerine politika faizi 14 Eylül 2018 tarihinde yüzde 24’e yükseltilmiş ve politika faizi 26 Temmuz 2019 tarihine kadar bu seviyede kalmıştır. Enflasyondaki yükselişle birlikte faiz artırım süreci 20 Kasım 2020 tarihinde tekrar başlatılmış ve 19 Mart 2021 tarihinde yüzde 19’a kadar yükseltilmiştir. Bu tarihte faiz oranının yükseltilmesi nedeniyle TCMB Başkanı görevden alınmış, ancak faiz oranlarında 24 Eylül 2021 tarihine kadar indirim yapılmamıştır. Bu tarihten itibaren politika faizi ile genel TÜFE enflasyonu ilişkisi tamamen kopartılmıştır. Eylül ayındaki faiz indirimi için çekirdek enflasyon gerekçe gösterilirken, Ekim ve Kasım ayı faiz kararlarında bu gerekçeden de vazgeçilmiştir. Ancak döviz kurlarında ani artışlar görülmesi üzerine, ekonomi politikalarında strateji değişikliği yapıldığı “yüksek kur, düşük faiz politikasına” geçildiği ileri sürülmüştür. Hiçbir ön hazırlık ve ciddi bir değerlendirme yapılmadan niçin bu strateji değişikliği yapılmıştır? Bunun kamuoyuna açıklanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

               Tablo:1-TCMB Politika Faizi ve Yıllık Enflasyon (%)

TCMB Politika Faizi

Yıllık Enflasyon

Tarih

Oran

Tarih

TÜFE

C-Endeksi

01.06.2018

16,50

Mayıs 2018

12,15

12,64

14.09.2018

24.00

Ağustos 2018

17,90

17,22

26.07.2019

19,75

Haziran 2019

15,72

14,86

25.09.2020

10,25

Ağustos 2020

11,77

11,03

20.11.2020

15,00

Ekim 2020

11,89

11,48

25.12.2020

17,00

Kasım 2020

14,30

13,26

19.03.2021

19,00

Şubat 2021

15,61

16,21

24.09.2021

18,00

Ağustos 2021

19,25

16,76

22.10.2021

16,00

Eylül 2021

19,58

16,98

19.11.2021

15,00

Ekim 2021

19,89

16,82

 

·        “Düşük faiz-yüksek kur” stratejisini niçin 2022-2024 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programa yansıtmadınız? Ekonomi politikalarında yapılan bu strateji değişikliğinin hiçbir ön hazırlık ve değerlendirme yapılmadan gündeme getirildiğinin en iyi göstergesi 2022-2024 dönemini kapsayan “Orta Vadeli Programın” Temel Ekonomik Büyüklükleridir. Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plan, “ Orta Vadeli Program (2022-2024)” adı altında birleştirilerek 5 Eylül 2021 tarihli Resmi Gazetede Cumhurbaşkanlığı Kararı olarak yayınlanmıştır. Bilindiği gibi ilgili yılın ekonomi politikaları ve Bütçesine esas teşkil eden politika önerileri ve ekonomik büyüklükleri Orta Vadeli Programda (OVP) yer almaktadır. Orta vadeli Program, ekonomi yönetiminin ortak çalışması ile oluşturulan ve siyasi otorite tarafından onaylanıp kamuoyuna açıklanan bir belgedir. 5 Eylül 2021 tarihinde açıklanan bu programa dayalı olarak hazırlanan 2022 Bütçesine ilişkin görüşmeler de halen TBMM’de devam etmektedir. Ancak yeni ekonomi politikası stratejisi olan “düşük faiz-yüksek kur” politikasının hiçbir izine, OVP ve 2022 Yılı Bütçesinde rastlanılmamaktadır. Aşağıdaki tablo incelendiğinde, 2022-2024 dönemini kapsayan OVP’de, ortalama GSYH büyümesinin yüzde 5’in üzerinde olacağı, net ihracatın büyümeye pozitif katkıda bulunmaya devam edeceği, yılda ortalama 1,1 milyon kişinin üzerinde yeni istihdam yaratılacağı, döviz kurlarının kontrol altında tutulup GSYH deflatöründen daha düşük oranda artacağı ve TÜFE yılsonu enflasyonunun 2022 yılında yüzde 9,8’e gerileyeceği öngörülmektedir. Ortalama dolar kurunun 2022 yılında 9,27 lira, 2024 yılında ise 10,27 lira olması öngörülmüştür. Mevcut ekonomi yönetimi tarafından hazırlanan ve siyasi otorite tarafından onaylanan bu Orta Vadeli Program, eleştirilen ve terkedilen eski stratejinin oldukça başarılı olduğunu göstermektedir. Son aylarda yapılan ekonomi politikası hataları ve gereksiz konuşmalar nedeniyle kontrolden çıkan döviz kurları ve yükselen enflasyon karşısında gerekli önlemleri almak yerine radikal politika ve söylem değişikliğine gidilmiştir.  Hiçbir ön hazırlık yapılmadan bu radikal politika değişikliğine gidilmesinin gerekçeleri nedir? Son yıllarda reel efektif döviz kurlarındaki düşüşün sağladığı rekabet gücündeki iyileşme yetersiz mi görülmektedir? Yeni strateji enflasyonun kontrolden çıkmasına neden olur mu?

               Tablo:2- Orta Vadeli Program (OVP) Temel Ekonomik Büyüklükleri

 

2021 GT

2022 P

2023 P

2024 P

1.GSYH Büyümesi (%)

9,0

5,0

5,5

5,5

2.Toplam Yurtiçi Nihai Talep (%)

7,5

4,3

4,9

5,2

3.Net İhracatın Büyümeye Katkısı (% puan)

3,4

1,1

0,6

0,5

4.İhracat (Milyar Dolar)

211

231

242

255

5.İthalat (Milyar Dolar)

258

283

294

309

6.Cari İşlemler Dengesi (Milyar Dolar)

-21,0

-18,6

-13,5

-10,0

7.İşsizlik Oranı (%)

12,6

12,0

11,4

10,9

8.GSYH Deflatörü (%)

20,9

12,9

8,8

7,9

9.TÜFE Yıl Sonu (%)

16,2

9,8

8,0

7,6

10.Dolar Kuru (Ortalama, TL/$)

8,30

9,27

9,77

10,27

 

               YENİ EKONOMİ STRATEJİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER:

 Son yıllarda döviz kurlarında artış yaşandığında bunun olumlu etkilerini abartılı bir şekilde gündeme getirmek siyasi iktidar ve bürokratlarının birinci görevi olmuştur. Döviz kurlarındaki artışın rekabet gücümüzü artırarak, ihracat, üretim ve istihdamı olumlu etkileyeceği belirtilmektedir. Döviz kurlarındaki artış sonucunda rekabet gücündeki artışın ekonomide yaratacağı olumlu etkiler bazı ön koşulların olmasına bağlı bulunmaktadır. Bu koşulları şu şekilde sıralayabiliriz;

·        İhracatın artırılabilmesi için üretim yapısının uygun olması gerekir. Bilindiği gibi Türkiye’nin ihracatı büyük ölçüde imalat sanayi ürünlerinden oluşmaktadır. İhraç edilebilecek fazlanın olması veya bu fazlanın kısa sürede kapasite artırılarak sağlanması söz konusu olmalıdır.

·        İhracatın ithalata bağımlılığının düşük olması ihracatta rekabet gücünü olumlu etkilemektedir.

·        İhraç ürünlerimize olan dış talebin yüksek olması ihracatı, dolayısıyla üretim, istihdam ve büyümeyi olumlu etkileyecektir.

·        Döviz kurlarından enflasyona geçiş katsayısının düşük olması, yüksek döviz kurunun cari işlemler dengesine olumlu etkisini artırırken, enflasyonist etkisini de sınırlayacaktır.

·        Ayrıca ekonominin dış borçluluğunun ve dış borç servisinin düşük olması, rekabet gücünde sağlanan olumlu etkilerin daha belirgin olmasına katkıda bulunacaktır.

                      Türkiye koşulları ve bugüne kadar uygulanan ekonomi politikaları dikkate alındığında düşük faiz yüksek kur politikasının ortaya çıkarabileceği risklerin dikkatli değerlendirilmesi gerekmektedir. Öncelikle son birkaç yılda karşılaşılan iç ve dış gelişmelerin bazı alanlarda ciddi kırılganlık ve riskler yarattığı görülmektedir. Bu risk ve kırılganlıkları şu şekilde sıralayabiliriz;

·        Uluslararası piyasalarda enerji başta olmak üzere temel hammadde ve tarımsal ürün fiyatlarında önemli artışlar söz konusudur. Tüm Dünyada üretici fiyatlarında olağanüstü artışlar yaşanmaktadır. Son günlerde döviz kurlarında yaşanan aşırı yükseliş ile birlikte değerlendirildiğinde bu durum önemli bir enflasyonist baskı yaratması söz konusudur. Nitekim Kasım ayı itibariyle, yıllık enflasyon Yİ-ÜFE’de yüzde 43,96, TÜFE’de ise yüzde 19,89’a yükselmiştir. Kasım ayında, Ekim ayına göre, ortalama dolar kuru yüzde 15 artmıştır. Bu artış henüz enflasyon verilerine yansımamıştır.

·        ABD doları cinsinden ithalat ve ihracat birim değer endeksleri 2021 Ocak-Eylül döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre, sırasıyla, yüzde 20,5 ve yüzde 9,7 oranında yükselmiştir. Dış ticaret hadleri aleyhimize dönerken, ithalat birim değer endeksindeki yüksek oranlı artış, döviz kurlarındaki artışla birlikte değerlendirildiğinde ciddi bir enflasyonist etki yaratma potansiyeline sahip bulunmaktadır.

·        Son yıllarda rekabet gücünde önemli bir iyileşme gözlenmesine karşın cari işlemler açığı devam etmiştir. Nitekim 2003-2017 döneminde 107 olan TÜFE bazlı Reel Efektif Kur Endeksi, 2018-2020 döneminde 71,6’ya gerilemiş ve Türkiye’ye ciddi bir kur avantajı sağlamıştır. Cari işlemler dengesi açığının GSYH’ya oranı da, yüzde 4,6’dan yüzde 2,3’e gerilemiştir. 2003-2017 döneminde GSYH’nın ortalama yüzde 5,2’si kadar finans hesabından giriş söz konusu iken, 2018-2020 döneminde finans hesabından sınırlı bir çıkış yaşanmıştır. Cari işlemler dengesi 2021 yılı Ağustos-Eylül döneminde 2,5 milyar dolar civarında fazla vermiştir. Yılın kalan döneminde de fazla vermesi beklenmektedir. Ancak ithalat fiyatlarında, özellikle enerji ve hammadde fiyatlarındaki olağanüstü yükseliş dikkate alındığında, kur avantajı yoluyla cari işlemler dengesi fazlası verme çabalarının enflasyon açısından ciddi sorun yaratacağı tahmin edilmektedir.

·        2003 yılı sonrasında yüksek faiz ve düşük kur politikasının uygulandığı dönem kaynak tahsislerinde önemli bir değişim yaratmıştır. Ekonomide inşaat ve hizmet sektörü üretim ve istihdam açısından öncelikli sektör olmuş, yatırımlar dış ticarete konu olmayan sektörler ve altyapıya yönlendirilmiştir. 2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borçlar 2020 yılında 450 milyar dolara yükselmiştir. Dış borç seviyesinin yüksekliği ve hizmetler sektörünün üretim, katma değer ve istihdam açısından ağırlıklı olması, yüksek kur politikasından beklenen yararların gerçekleşmesini önemli ölçüde sınırlayabilir. Genel olarak enflasyonun yükselmesi, dış borç nedeniyle finansman ihtiyacının artması ve inşaat ile hizmetler sektöründe istihdam ve üretim kaybı önemli risk unsurları olarak değerlendirilmektedir.

·         Türkiye ekonomisinde kriz dönemlerinin ortak özelliği, krizin öncesinde büyüme ve cari işlemler dengesi açığında önemli yükselişin gözlenmesidir. Bu ortamda, sermaye çıkışlarının başlaması ve bu çıkış ile tetiklenen döviz kurlarındaki yükselişin, ithalatta düşüşe, enflasyonda ve faiz oranlarında yükselişe yol açmasıdır. Daha sonra, imalat sanayi üretiminde daralma, ekonomide küçülme ve işsizlik oranında yükselme gözlenmektedir. Bu gelişmelerin etkisiyle, kronik olarak açık veren cari işlemler dengesinde önemli bir düzeltme gerçekleşmekte ve cari işlemler dengesi fazla vermektedir.[1] 1994 krizinde ekonomi 4 çeyrek daralmış, cari işlemler dengesi de 4 çeyrek fazla vermiştir. Benzer durum 2001 krizinde gözlenmiş, ancak 2008-2009 küresel kriz döneminde ekonomide 4 çeyrek daralma olmasına karşın, cari işlemler dengesi fazla vermemiştir. Rahip krizinin olduğu 2018 yılında cari işlemler dengesi yılın ikinci yarısında ve 2019 yılı üçüncü çeyreğinde fazla vermiştir. Bu dönemlerde GSYH büyümesi yavaşlamış, ancak sadece 2018 yılı son çeyreğinde düşüş göstermiştir.

·        Düşük faiz politikasını savunanlar, mevcut piyasa koşullarında TCMB politika faizinin enflasyonun altında tutulmasının herhangi bir sorun yaratmayacağını ileri sürmektedirler. Ancak, politika faizindeki indirimler aynı oranda mevduat faizlerine yansıtılmaktadır. Türkiye’de mevduatların yarısından fazlasının döviz ve kıymetli maden depo hesaplarında tutulması, düşük faiz yüksek kur politikası açısından ciddi bir meydan okumaya neden olmaktadır. Türk lirası mevduatın reel faizinin negatif olması durumunda, hane halkı döviz ve altına yönelmekte ve bu durum döviz kurlarında hızlı yükseliş yanı sıra aşırı oynaklığı da beraberinde getirmektedir. 2020 yılında negatif reel faiz uygulandığı dönemde, özellikle altına ciddi bir yöneliş olmuş ve parasal olmayan altın ithalatı rekor kırarak cari işlemler açığının yükselmesine de neden olmuştur. Döviz kurlarındaki olası artış ise kamu bankaları aracılığıyla döviz satışları ile önlenmeye çalışılmış ve 2019-2020 döneminde 128 milyar dolar satılmış ve TCMB net rezerv pozisyonu negatife dönüşmüştür.

·        Düşük faiz ile sağlanması düşünülen rekabet gücü avantajının sürdürülebilmesi için döviz kurlarında kontrolün kaybedilmemesi gerekir. Enflasyon yükselirken faizleri düşürmeyi sürdürmek, döviz kurlarının kontrolden çıkmasına neden olabilir. Tasarruf sahiplerinin negatif getiriden kaçınmak için döviz ve altına yönelmelerini önlemek için faiz politikası kullanılmayacak ve TCMB net rezervlerinin negatif olması nedeniyle kurlara da müdahale edilemeyecekse, her an riskle karşılaşmak söz konusu olabilir. Sabit döviz kuru rejimi içinde gerçekleşen 1994 ve 2001 krizleri sırasında döviz kurları kısa sürede kontrolden çıkmış ve faizlerin aşırı oranda yükseltilmesi ile kontrol altına alınabilmiştir.

·        Küresel salgın tedarik zincirlerinde aksamaya neden olmuştur. Bu durum Türkiye açısından ihracatta önemli bir avantaj da sağlamıştır. Tedarik zincirindeki aksama, enerji, emtia ve navlun fiyatlarındaki yükseliş, tüm ekonomilerde ve Türkiye’de fiyatların ve enflasyonun yükselmesine de yol açmıştır. Kurdaki yükselişten bağımsız olarak, bu unsurlar ciddi bir enflasyon riski yaratmış bulunmaktadır.

·        Döviz kurlarındaki aşırı yükseliş asgari ücret artış talebini de beraberinde getirmiştir. 2021 yılında oldukça yüksek seyreden gıda enflasyonuna ilave olarak hızla yükselen döviz kuru ve enflasyon, 2022 yılında asgari ücretin yüzde 40 civarında artırılması taleplerini gündeme getirmiştir. Bu “düşük faiz yüksek kur” politikasının olası bir enflasyonist kısır döngü yaratmasının ilk belirgin işaretini oluşturmaktadır.

·        TCMB Başkanı ve yeni ekonomi stratejisini savunanlar, bu politikanın ihracat, üretim ve istihdam artışları yanı sıra enflasyonu da düşüreceğini ileri sürmektedirler.  Döviz kurlarındaki yükselişin ekonominin rekabet gücünü artıracağını ve cari işlemler dengesinde fazla yaratacağını, bu fazlanın ortaya çıkaracağı döviz bolluğunun ise döviz kurlarını ve enflasyonu olumlu etkileyeceğini ileri sürmektedirler. Ancak bu stratejinin kısa vadede enflasyonu artırıcı etkisi olacağını, ihracat artışı için ihraç edilebilir fazla yaratılması gerektiği, bunun için yeni yatırımlara gidilmesi ve yurtiçi tüketimin daraltılmasının söz konusu olduğundan hiç söz edilmemektedir.

YENİ STRATEJİNİN ENFLASYON ÜZERİNE OLASI ETKİLERİ:   

       2001 krizinden sonra enflasyon, yüksek faiz, düşük kur politikasıyla önemli ölçüde kontrol altına alınmıştır. Bu dönemde uygulanan ekonomi politikaları sonucunda, ekonomide kronik cari işlemler dengesi açığı gözlenmiş, dış borçlanma artmış ve Türk lirasının değerlenmesi nedeniyle de rekabet gücü kaybı yaşanmıştır. Ancak 2017 yılından itibaren Türk lirası reel olarak değer kaybetmeye başlamış ve enflasyonda yükseliş gözlenmiştir. Ekonomi yönetimi 2018 yılından itibaren döviz kurlarında ortaya çıkan yükselişin rekabet gücümüzü olumlu etkileyeceği söylemini sık,suk kullanmaya başlamıştır. Buna karşın, enflasyon ve döviz kurlarındaki aşırı yükselişi önlemek için, gecikmeli de olsa politika faizinde artış yapmaktan kaçınmamıştır. Nitekim rahip krizinin etkisiyle kurlarda ani bir sıçramanın yaşandığı 2018 yılı ikinci yarısında haftalık repo faizini önce yüzde 8’den yüzde 16,5’e, daha sonra da yüzde 24’e kadar yükseltmiş ve 10 ay bu seviyede tutmuştur. Benzer şekilde döviz kurlarındaki artışın etkisiyle 2020 Kasım ayında da faiz artırım sürecini başlatmış,  politika faizini önce yüzde 10,25’ten yüzde 15’e, daha sonra yüzde 17 ve yüzde 19’a yükseltmiştir. Ancak son faiz artırım kararından sonra Cumhurbaşkanı TCMB Başkanını görevden almıştır.

       Ekonomi yönetiminin enflasyon yükselirken politika faiz oranında Eylül ayından itibaren indirime gitmesi, döviz kurlarının hızla yükselmesine neden olmuştur. Buna rağmen faiz indirim sürecinin devam ettirileceği mesajının tekrarlanması döviz kurlarında yükseliş yanı sıra oynaklığı da ciddi ölçüde artırmıştır. Siyasi otorite döviz kuru artışlarının fiyat artışları ve enflasyonist süreç üzerine etkilerini çok hafife almaktadır. Uygulanmakta olan yeni stratejinin temel başarı koşulu enflasyonist bir süreç yaratmamasıdır. Enflasyonist bir kısır döngüye girilmesi durumunda, birbirini takip eden kur ve fiyat artışlarının ortaya çıkma riski bulunmaktadır. Yapılan bir çalışmada döviz kurundan enflasyona geçiş katsayısı 2016 öncesinde yüzde 15 iken, 2017 sonrası dahil edildiğinde bu katsayının yüzde 27’ye yükseldiği belirtilmektedir.[2] Ayrıca, eskiden geçişin yüzde 80’i dokuz ay içinde tamamlanırken, bu sürenin altı aya indiği ifade edilmektedir.

       Türkiye’nin geçmiş enflasyon tecrübeleri incelendiğinde içinde bulunduğumuz süreç 1970’leri hatırlatmaktadır. Düşük iki haneli enflasyon rakamlarının görüldüğü 1970-1976 döneminde ortalama Toptan Eşya Fiyatları Endeksindeki artış yüzde 16,6 iken, 1977 yılında yüzde 24’e, 1978 yılında yüzde 53’e ve 1979 yılında yüzde 64’e kadar yükselmiştir. Gerekli önlemlerin alınmaması durumunda enflasyon kontrolden çıkmakta ve kur-enflasyon-ücret artışları birbirlerini besleyen bir sürece dönüşmektedir.

       2021 yılında enerji ve emtia fiyatlarında olağanüstü artışlar olmuştur. Dolar cinsi ithalat fiyatlarının 2021 yılında yüzde 16 yükseldiği tahmin edilmektedir. Mamul madde fiyatları yüzde 5,5 artarken, yakıt dışı emtia fiyatları yüzde 26,7, ham petrol fiyatları ise yüzde 64,4 oranında artmıştır[3]. Türkiye’nin dışarıdan enerji ve emtia fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle önemli oranda enflasyon ithal ettiği bir dönemde, politika faizinin düşürülerek yüksek kur politikası uygulamasının başlatılması “yangına körükle gitmeye” benziyor. Normal koşullarda ithal fiyatlarında yaşanan artış nedeniyle enflasyonda meydana gelen yükseliş karşısında politika faizi artışından kaçınmak mümkün iken, TCMB’nin faiz indirim sürecini başlatması stratejik bir hata olarak değerlendirilmektedir.

       5 Eylül 2021 tarihinde yayınlanan ve 2022-2024 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programda, 2022 yılında GSYH deflatörünün yüzde 12,9, ortalama dolar kurunun yüzde 11,7 ve yıllık TÜFE enflasyonunun da yüzde 9,8 artması öngörülmüştür (Tablo:1). Bu tahminlere göre hazırlanan 2022 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı 25 Ekim 2021 tarihinde Resmi Gazete yayınlanmış ve 2022 Yılı Bütçesi de TBMM’ne sunulmuştur. Ancak uygulamaya konulan yeni ekonomi politikasının yarattığı son ekonomik dalgalanma, 2022 Yılı Program ve Bütçesine ilişkin tahmin ve ekonomik büyüklükleri geçersiz hale getirmiştir.

       2021 yılı son aylarındaki gelişmeler ve 2021 yılı Temmuz-Eylül dönemi GSYH verileri, Orta Vadeli Programda yer alan 2021 yılı büyüme, GSYH deflatörü ve dolar kuru tahminlerinde de önemli değişikliklere neden olmuştur. OVP’de yüzde 9 olarak varsayılan GSYH büyüme hızının yüzde 10’u aşması, GSYH deflatörünün yüzde 20,9’dan yüzde 25,5’e yükselmesi ve 8,30 lira olan ortalama dolar kuru tahmininin 8,82 liraya yükselmesi söz konusu olacaktır. Kurlardaki yükseliş, beklentileri olumsuz etkileyerek mal ve hizmet fiyatlarında artışa yol açmaktadır. Toplumda fiyat artışları karşısında, daha yüksek maaş ve ücret artışı beklentileri de yaygınlaşmaya başlamıştır.

       2022 YILI ALTERNATİF ENFLASYON TAHMİNLERİ:

       Çalışmanın bu bölümünde, 2021 yılı son çeyreğinde yaşanan döviz kuru krizi ile olası asgari ücret artışlarının 2022 yılı enflasyon tahminleri üzerine etkileri hesaplanmaya çalışılacaktır. Bilindiği gibi döviz kuru ve ücret artışları tüm sektörleri ve harcama kalemlerini etkilemektedir. Döviz kuru ve ücret artışlarının enflasyon üzerine etkilerini belirleyebilmek için Girdi-Çıktı Tablosundan yararlanılarak hesaplanan ithal girdi ve ücret yoğunluğu katsayıları kullanılmaktadır.[4] 2012 Yılı Girdi-Çıktı Tablosu aracılığıyla hesapladığımız, sektörlerin ve nihai talep unsurlarının doğrudan ve dolaylı ithal girdi ve ücret ödemelerine ilişkin katsayılar Ek Tablo:2’de yer almaktadır. 2012 yılına ilişkin bu katsayıların büyük ölçüde 2020 yılı içinde geçerli olduğunu kabul edebiliriz. 2012 yılı Girdi-Çıktı Tablosu toplulaştırılmış büyüklükleri ile 2020 yılı Kurumsal Sektör Hesapları karşılaştırıldığında, ücret ödemelerinin üretim değerine oranının 0,59 puan artarak yüzde 14,83’ten yüzde 15,42’ye çıktığı görülmektedir. Mal ve hizmet ithalatının üretime oranı ise 1,96 puan artmış ve yüzde 15,16’dan yüzde 17,12’ye yükselmiştir (Ek Tablo:1). 2020 yılındaki bu yükseliş dikkate alınarak, 2012 yılındaki ithal girdi ve ücret katsayıları revize edilmiştir (Tablo:3). 2012 yılında yüzde 17,92 olan toplam ithal girdi oranı yüzde 20,24’e, yüzde 22,04 olan ücret oranı ise yüzde 22,92’ye yükselmiştir.

       Aşağıdaki tabloya göre ithal girdi yoğunluğunun en yüksek olduğu sektörler, sırasıyla, enerji (yüzde 45,21), imalat sanayi sektörü (yüzde 35,81) ve inşaat sektörüdür (yüzde21,31). Hizmet sektörünün toplam ithal girdi yoğunluğu ise yüzde 10,7’dir. Nihai talep unsurları içinde ise mal ve hizmet ihracatı (yüzde 33,01) ile sabit sermaye yatırımlarında (yüzde 21,94) ithal girdi yoğunluğu yüksektir. Ekonomi genelinde doğrudan ve dolaylı toplam ücret yoğunluğu yüzde 22,92’dir. Ücret yoğunluğu hizmetler sektöründe yüzde 29,52, madencilik sektöründe yüzde 22,55, inşaat sektöründe yüzde 19,82 ve imalat sanayi sektöründe yüzde 18,75’dir. Nihai talep unsurları içinde ücret yoğunluğunun en yüksek olduğu harcama grubu yüzde 60,24 ile devletin nihai tüketim harcaması, yüzde 21,87 ile hanehalkı tüketim harcaması gelmektedir. Sabit sermaye yatırımlarının toplam ücret yoğunluğu yüzde 21 iken, mal ve hizmet ihracatında bu oran yüzde 19,34’tür.

 

    Tablo:3- 2020 Yılı Tahmini Sektörlerin ve Nihai Talebin İthal Girdi ve Ücret Yoğunluğu (*)


       2021 yılı Kasım ayında politika faiz oranının tekrar düşürülmesi ve indirim sürecinin Aralık ayında da devam edeceğine ilişkin açıklamalar, döviz kurlarında aşırı yükseliş ve oynaklığa neden olmuş ve Kasım ayının son günlerinde dolar kuru ortalaması 12,50 liranın üzerinde seyretmiştir. Orta Vadeli Programda 2022 yılı için 9,27 lira olan ortalama dolar kuru tahmini geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. 2022 yılında ortalama dolar kurunun, 13,75, 14,00 ve 14,50 lira olacağı varsayımına göre kurdaki bu yükselişin 2022 yılı GSYH deflatörüne etkileri incelenmeye çalışılmıştır (Tablo:4). İthalat fiyatlarındaki artış, OVP’de öngörüldüğü gibi, tüm alternatiflerde yüzde 2 olarak kullanılmıştır. Kur artışının etkisi hesaplanırken, döviz kuru ve ithalat fiyatlarındaki artış birlikte değerlendirilmektedir.

       Döviz kurlarındaki yükseliş, asgari ücret artışına ilişkin talepleri de artırmıştır. 2021 yılında gıda fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle geçim koşullarının ağırlaşması, asgari ücrete ilişkin beklentileri yükseltmişti. 2022 yılında Orta Vadeli Programda net asgari ücretin 3.400 lira, maaş ve diğer ücretlerin ise ortalama yüzde 15 artırılacağı varsayımı yapıldığı kabul edilmiştir. Çalışanların yüzde 45’inin asgari ücretle, yüzde 55’inin ise daha yüksek ücretle çalıştığı varsayılmıştır. 2022 yılı için asgari ücret dışındaki ücret ve maaşlarda yüzde 20 artış yapılacağı öngörülmüştür.

        Tablo:4- Alternatif Kur ve Ücret Artışları ve Enflasyona Etkileri


        Tabloda, net asgari ücretin 2022 yılında 3.850 ile 4.250 lira arasında belirlenebileceği varsayımı yer almaktadır. Ancak, son günlerdeki döviz kuru şoku sonrası yapılan fiyat ayarlamaları nedeniyle, net asgari ücretin 4.000 lira ve üzerinde belirlenme olasılığı da artmış bulunmaktadır. 2022 yılında OVP’de GSYH deflatörünün yüzde 12,9 oranında artması hedeflenmişti. GSYH deflatöründeki bu artışın, girdi-çıktı tablosu aracılığıyla hesapladığımız 6,8 puanının kur ve ücret artışından, kalan 6,1 puanının ise diğer maliyet unsurlarından kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Diğer maliyet unsurları, ithal girdi ve ücret ödemeleri dışında kalan tüm maliyet unsurlarından (ücret-dışı gelir, kar, finansman gideri ve vergi vb.) oluşmaktadır.

       Tablo:4’te, 2022 yılı için alternatif kur ve net asgari ücret artışlarının GSYH deflatörüne etkilerine ilişkin veriler yer almaktadır. Alternatif varsayımlara göre, OVP’de yüzde 12,9 olması öngörülen 2022 yılı GSYH deflatörünün, yüzde 31,7 ile yüzde 40,7 arasına yükselebileceği hesaplanmaktadır. Net asgari ücretin 4.000 lira, ortalama dolar kurunun 14 lira olduğu II. senaryoda GSYH deflatörü OVP tahminine göre 23,8 puan artarak yüzde 36,7’ye çıkmaktadır. Net asgari ücretin 4.250 lira, ortalama dolar kurunun 14,50 lira olduğu III. Senaryoda ise GSYH deflatörü yüzde 40,7’ye yükselmektedir.

Maliyet unsurlarındaki bu artışlar nihai talep unsurları deflatörlerini de olumsuz etkileyecektir. Kur ve ücret artışlarının hane halkı tüketim deflatörünü 13,7 ile 17,5 puan arasında yükselteceği hesaplanmaktadır (Ek Tablo:3). Bu oranlar, gayrisafi sabit sermaye yatırımları için 17 ile 21,9 puan arasında iken, mal ve hizmet ihracatı için 22,2 ile 28,9 puan arasındadır. Diğer bir ifadeyle, döviz kurlarındaki artışın mal ve hizmet ihracatına sağladığı avantajın yaklaşık yüzde 43’ü, kur ve ücretlerdeki yükselmenin neden olacağı maliyet artışı ile kaybedilmektedir.

Yukarıdaki hesaplamalar, düşük faiz-yüksek kur politikasının enflasyonu kontrolden çıkartabileceğini göstermektedir. Özellikle, içinde bulunulan siyasi ortam ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşması nedeniyle iktidarın asgari ücret, memur ve emeklilerin gelirlerinde iyileştirme ve sosyal destekler konusunda göstereceği tavır, kur artışı-enflasyon ve ücret artışı sarmalına girme olasılığını artırmaktadır. Şu an içinde bulunulan ortam, enflasyon beklentilerini ve fiyatlandırma davranışlarını önemli ölçüde olumsuz etkilemiş bulunmaktadır. Mevcut söylemlerin sürdürülmesi ve TCMB’nin her hangi bir karar almaması, kısa sürede yüksek oranlı enflasyonla karşılaşmamıza neden olabilir.

               SONUÇ VE DEĞERLENDİRME:

               Düşük faiz-yüksek kur politikasına, Türkiye ekonomisinin mevcut yapısı ve koşulları değerlendirilmeden, hazırlıksız bir şekilde geçildiği anlaşılmaktadır. Düşük faiz-yüksek kur politikası ile büyüme, istihdam ve ihracatın artırılarak cari fazla sağlanacağı ve bununda enflasyonla mücadeleye pozitif katkıda bulunacağı ifade edilmektedir. Ancak bu kadar yararı olan bu politikanın niçin daha önce uygulanmadığı ve niçin 2022 yılı Orta Vadeli Programı ve bütçesinin bu politikayla tutarlı olarak hazırlanmadığı anlaşılamamaktadır.

               Enflasyon ve enflasyonist bekleyişler yükselirken, politika faizi indirim sürecinin başlatılması sonucu döviz kurlarındaki sıçramaya karşı bir savunma gerekçesi olarak, rekabetçi kur ve yararları kamuoyuna açıklanmaktadır. Bilindiği gibi 2003-2016 döneminde, mevcut iktidarın uyguladığı yüksek faiz-düşük kur politikası Türk lirasını değerlendirerek rekabet gücünü olumsuz etkilemiş ve cari açık ve dış borçların yükselmesine neden olmuştu (Grafik:1). Ancak 2016 sonrasında reel efektif kur endeksi ve sanayi sektöründe dolar cinsinden birim ücret endeksine bakıldığında, Türk lirasının ve ekonominin oldukça rekabetçi bir seviyeye geldiği görülmektedir.

               2003=100 TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksi 2004-2016 döneminde ortalama 110 civarında iken, 2016 sonrasında kurlardaki artışın etkisiyle endeks hızla gerilemiş ve 2020 yılında 67,4 değerini almıştır. 2021 yılı Ocak-Eylül döneminde ise reel kur endeksi 63,4’e inmiştir. Benzer şekilde, sanayi sektöründe 2015=100 bazlı dolar cinsi birim ücret endeksi de 2021 Ocak-Eylül döneminde 74,8’e gerilemiştir (Grafik:2). Aşağıdaki grafikler, son yıllarda kur seviyesin rekabet açısından sorunlu olmadığını göstermektedir. Cari işlemler dengesinde gözlenen yükselişler, genelde aşırı kredi genişlemesi ve altın ithalatındaki artışlardan kaynaklanmıştır.



 

                 Döviz kurunun yükselmesinden genelde olumlu etkilenecek olan mal ve hizmet ihracatı 2020 yılında ekonomideki toplam mal ve hizmet üretiminin yüzde 15’i civarında bulunmaktadır. Özellikle imalat sanayi ihracatının yüksek kur politikasından çok olumlu etkileneceği ve büyüme ve istihdamı olumlu etkileyeceği belirtilmektedir. 2021 yılı Ocak-Eylül döneminde imalat sanayi istihdamının toplam istihdam içindeki payı yüzde 19,7’tür. 2019-2020 döneminde yüzde 18,7 olan katma değer içindeki payı 2021 yılı Ocak-Eylül döneminde yüzde 21,4’e yükselmiştir. Bu oranlar ihracat ve imalat sanayi üretim faaliyeti haricinde, ekonomide önemli bir iktisadi faaliyet alanı da olduğunu göstermektedir. Düşük faiz- yüksek kur politikasının yaratacağı sorunlar tüm sektörlerin yanı sıra imalat sanayi üretimi ve ihracatını da olumsuz etkileyebilecektir. Toplam ithal girdi kullanımının imalat sanayiinde yüzde 35, mal ve hizmet ihracatında ise yüzde 33 olduğu dikkate alınırsa (Tablo:3), yüksek kurdan beklenen yararın kısmen maliyet artışları nedeniyle kaybedileceği anlaşılmaktadır. Yükselen enflasyon nedeniyle ortaya çıkacak olan ücret artış talepleri de, ihracat ve istihdam açısından bir diğer sorunu oluşturacaktır.

               Türkiye, salgın sırasında Çin’de yaşanan tedarik sorunları nedeniyle avantajlı konuma gelmiş ve ihracatta önemli bir artış sağlamıştır. Büyümenin, istihdamın ve ihracatın arttığı, ancak dış ve iç koşullar nedeniyle enflasyonun yükselmeye başladığı bir dönemde, gereksiz ve tutarsız bir kararla faiz indirim sürecine başlanmış ve tüm dengeler alt, üst edilmiştir. Öncelikle enflasyon ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Kaçınılmaz olarak enflasyonda maliyet kanallı önemli bir yükseliş olması beklenmektedir. Enflasyonist sürecin durdurulması büyük ölçüde döviz kurlarına bağlı görülmektedir. Ancak mevcut söylem ve politikalar çerçevesinde döviz kurlarında istikrarın nasıl sağlanacağı da bilinmemektedir. Bu belirsizlik üretim, istihdam ve yatırımları olumsuz etkilerken, ekonomideki dengesizliği de derinleştirip, kalıcı hale gelmesine neden olabilir.

               Son yıllarda yükselen enflasyon ve işsizlik toplumda şikayetleri artırmış ve mevcut ekonomi politikalarına güveni azaltmıştır. Ekonomik kalkınma ve istikrar için kapsamlı bir programa ihtiyaç olduğu söylemi toplumda gündeme getirilmeye başlanmıştı. Beklentilerin aksine hiçbir ön hazırlık ve değerlendirme yapılmadan ekonomik politikalarda stratejik bir değişiklik yapılmıştır. Kamu kesiminin politikaları konusunda piyasalara orta vadeli bir perspektif vermeyi amaçlayan Orta Vadeli Programın hazırlanıp, açıklandığı bir dönemde, böyle bir değişikliğe gidilmesi kabul edilemez bir çelişki oluşturmaktadır.  

               Nitekim bu ani ve hazırlıksız değişim, olumsuz etkisini ilk önce döviz kurlarında, uzun vadeli tahvil faizlerinde ve Türkiye’nin risk priminde göstermiştir. Bu kaotik ortamın devam etmesi durumunda, kur-enflasyon-risk primindeki yükselme ve belirsizliğin, üretim-yatırım ve istihdamı olumsuz etkilemesi söz konusu olacaktır. Bu kaotik ortamdan çıkış için bir an önce söylem ve eyleme sağduyunun hakim olması gerekmektedir. Böylece akılcı ve tutarlı ekonomik politikaları uygulama imkanı da söz konusu olabilecektir.

              

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    Ek Tablo:1- 2012 Yılı Girdi-Çıktı Tablosu ve Kurumsal Sektör Hesapları (*)

Kaynak:TÜİK.

(*) 2012 yılında Mal ve Hizmet İhracatı Girdi-Çıktı Tablosu ile Kurumsal Sektör Hesaplarında farklılaşmıştır. Bu farklılık, Girdi-Çıktı Tablosu yayınlandıktan sonraki yıllarda, Dış Ticaret İstatistikleri (Özel Dış Ticaret sisteminden Genel Dış Ticaret sistemine geçiş), Uluslararası Hizmet Ticareti İstatistikleri (UHTİ) ve Ödemeler Dengesi İstatistiklerinde (ÖDİ) yapılan revizyonlardan kaynaklanmıştır.

 

    Ek Tablo:2- 2012 Yılı: Sektörlerin ve Nihai Talebin İthal Girdi ve Ücret Yoğunluğu


Kaynak: Zafer YÜKSELER, “1985-2012 Döneminde Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm ve İthalat Bağımlılığı”, https://www.academia.edu/attachments/59050187/download_file?s=portfolio

 

                Ek Tablo:3_ Alternatif Kur ve Ücret Artışı Varsayımının Sektörlere ve Harcamalara                         Etkisi



 



[1] Z.YÜKSELER, “Türkiye’de Cari İşlemler Fazlası ve Olası Etkileri”,

https://www.academia.edu/37894897/T%C3%9CRK%C4%B0YEDE_CAR%C4%B0_%C4%B0%C5%9ELEMLER

 

[2] Hakan Kara ve Çağrı Sarıkaya, “Enflasyon Dinamiklerindeki Değişim, Döviz Kuru Geçişkenliği Güçleniyor mu?”, Ekonomik Araştırma Forumu Çalışma Raporu No:2121.

[3] 2022 Yılı Programı, Tablo:I-16

[4] Zafer YÜKSELER, “1985-2012 Döneminde Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm ve İthalat Bağımlılığı”, https://www.academia.edu/attachments/59050187/download_file?s=portfolio

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

2024 Ocak-Mart Dönemi Konut Satışları

  2024 OCAK-MART DÖNEMİ KONUT SATIŞLARI (Zafer YÜKSELER, 18 Nisan 2024) Konut satışları Mart ayında %0,1, Ocak-Mart döneminde ise %1,3 o...